Pakistan’da 11 Mayıs 2013’te yapılan genel seçimler, her ne kadar hile karıştırıldığı söylense de toplumun büyük bir kesiminde yolsuzluklarla yıpranan, belki de bu yolsuzluk çarkı ile iç içe geçmiş olan önceki siyaset tarzının değişeceğine dair umutları bir ölçüde yeşertti. Nitekim seçimden zaferle çıkan Pakistan Müslüman Birliği’nin lideri Navaz Şerif’in görevi devraldıktan sonra parlamentoda yaptığı ilk konuşmasının merkezinde de yolsuzlukla mücadele ve ülkenin bütün kurumları ile yeni baştan imarı gibi temel konular vardı. Genel olarak bakıldığında, bundan 10 yıl önce Türkiye’nin yaşamış olduğu acı tecrübeleri Pakistan’ın bütün kurum ve kuruluşlarıyla yıllardan beri yaşamakta olduğunu müşahede etmekteyiz. Çünkü Pakistan’da da askeri vesayet, IMF kamburu, ekonomik buhran, terör belası, halkın refah seviyesinin nasıl yükseltileceği, ülkenin yasal ve kurumsal olarak nasıl sağlam temellere oturtulacağı ve yolsuzlukların nasıl önleneceği gibi konular bugün çokça konuşulmakta ve bu durum Türkiye’nin 10 yıl önceki halini birebir yansıtmaktadır.
Ülkede, geçen 5 yıllık süre zarfında iktidarda olan zümre hakkında halkın genel kanısı şudur: Önceki iktidar ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü tehlikeye atmış, ideolojik kimliğini hiçe saymış, ülkeyi ekonomik açıdan yok olmanın eşiğine getirmiş, ulusal çıkarları kişisel çıkarlarına acımasızca feda etmiştir. Ayrıca rüşvet ve yolsuzluklar almış başını gitmiş, halkın can ve mal güvenliği kalmamış, namusu ayaklar altına alınmış ve halkın iktidara ve gelecekteki iktidarlara olan güveni büyük ölçüde zedelenmiştir. Hatta azınlık da olsa kimilerine göre böyle bir yönetimden ise askeri vesayet daha iyidir.
Yapılan son seçimde yönetimi devralan Navaz Şerif’in ülkeyi bu zor ve karmaşık durumdan nasıl çıkaracağını halk merakla bekliyor. Çünkü sadece geçmişe ağıt yakmakla meselelerin hallolmayacağı aşikâr. Değişim isteyen halk bunun kısmi, yüzeysel ve göstermelik bir değişim olmasını değil, bilakis hakiki ve kapsamlı bir değişim olmasını arzuluyor. Görünen tablo şu ki; halk liberal ve laik olan önceki zümreyi yönetimden uzaklaştırdı, onun yerine bağımsız bir dış politikayı, terörizmle mücadeleyi, ekonomik ilerlemeyi, eğitim ve sağlık alanlarında daha iyi şartları sağlamayı, ülkeyi enerji darboğazından çıkarmayı, toplumsal refahı, siyasi istikrarı ve hukukun üstünlüğünü tesis etmeyi vaat eden diğer bir zümreye görevi teslim etti. Seçim sonuçlarına bakıldığında nispeten oyların çok dengeli dağıldığı söylenebilir. Halkın tercihiyle mi yoksa iddia edildiği gibi seçim sandıklarındaki yolsuzluklar sonucu mudur bilinmez, parlamentodaki kürsü dağılımı Navaz Şerif’i hükümette iş yapamayacak ve küçük küçük partilere muhtaç bırakacak kadar ne güçsüz kıldı, ne de avantajlı bir konuma taşıdı.
Pakistan halkı genel olarak Türkiye örneğine bakıp siyasi arenada Pakistan’ın içinde bulunduğu yegâne sorunun bir lider sorunu olduğunu düşünüyor ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin başa geçmesiyle bahsi geçen sorunların büyük ölçüde hallolacağını düşünüyor. Ancak ülkede sözü muteber kanaat önderlerinin de ifade ettiği gibi, toplumun bütün katmanlarında zulmün ve ahlaki yozlaşmanın hâkim olduğu bir yapıyla bunun bu kadar kolay olacağını sanmak safdillik olsa gerek. Böyle bir kompozisyon içinde dile getirmek istediğim bir husus var ki söylemeden edemeyeceğim: Tarihi geçmişinde birçok âlim, birçok edip, şair, entelektüel olan ve dini hassasiyeti oldukça yoğun bir toplumda yukarıda ifade ettiğim maddi ve manevi hastalıklar nasıl bu kadar yaygın bir hal almıştır, bu oldukça düşündürücü. Tarihe baktığımızda bunun sebeplerini daha iyi görür ve anlayabiliriz. Şöyle ki: Pakistan ve Hindistan bağımsızlığını elde etmeden önce İngiliz sömürgesinde idi ve İngilizler Hindu ve Müslüman ayrımı yapmaksızın bölge halkına insanlık dışı muameleleri reva görmüş, halkın özgüvenini kırmış, halka onurunu ve haysiyetini zedeleyecek tarzda muamelede bulunmuş ve onları köleleştirmişlerdi. O dönemin bir kalıntısı olarak bölge halkının zihnine kölelik öylesine nakşolmuş ki, İngilizlerin bölgeyi terk ederken imtiyazlar vererek ülke yönetimini teslim ettiği bürokrat, general, yüksek yargı mensubu, sermaye sahibi ve derebeylerden oluşan bugünkü elit laik zümre kendi halkına aynı muameleyi reva görmekten zerre kadar geri durmamıştır ve bu tavrını bugün de devam ettirmektedir. Aslında bu tavır sadece elit laik zümreye has bir tavır da değil. Müslüman toplumun hemen her tabakasının bir alt tabaka için aynı muameleyi reva gördüğü gerçeği göz önünde bulundurulacak olursa, zulümden adaletin tecelli edeceğini beklemek çok da gerçekçi olmayacaktır. Zaten Pakistan halkı da “ceysa avam veysa lider” (biz nasılsak idarecilerimiz de öyledir) demekten kendini alamıyor.
Okuryazar oranının çok düşük olduğu, insanların üzerinde çalıştıkları toprakla alınıp satıldığı, evsiz barksız insanların refüjleri ve parkları mesken edindiği, yüzlerce işsiz insanın yol kenarlarında kendilerine günübirlik iş verecek birilerini bekledikleri, hemen her trafik lambasında onlarca dilenen insanın görüldüğü, derebeylerin kendi siyasi kazançları tehlikeye girmesin diye mülkiyet alanlarında reaya olarak tanımladıkları çalışanlarına seçim zamanlarında özgür tercih hakkı tanımadıkları bir ülkede, insanların kendi özgür iradeleriyle sandıklara gittiklerini düşünmek saflık olacaktır. Nitekim nüfusu 180 milyona ulaşan ülkede 11 Mayıs 2013 seçimlerinde resmi kayıtlı 85 milyon seçmenin oy kullandığı düşünülecek olursa hiç de özgür ve katılımcı bir seçim olduğu söylenemez.
Öte yandan, önceki hükümetin yukarıda belirtilen yanlış politikaları sebebiyle patlamanın eşiğine gelen toplum ve bölünmenin kıyısına gelen ülke bu durumdan nasıl çıkarılacak? Pakistan’da da medya organlarının gücü geçmişe nazaran azımsanmayacak kadar büyük. Medyanın dilediğini öne çıkarıp dilediğini geri plana itme politikası burada da kendini gösteriyor. Seçime değişik bölgelerden katılıp da sandık başında oynanan oyunlar ve hileler sebebiyle seçimi kaybeden, ancak elinde buna dair kanıtı olan adayları haber programlarına davet edip haklılıklarını dile getirmelerine müsaade etmek yerine onlarla alay eden haber spikerlerini ve buna dair yasal işlem başlatmayan adli mercileri görünce insan bugünkü sonuçların çok önceden masa başında ve kâğıt üzerinde karara bağlandığı hissine kapılmadan edemiyor. Şimdilerde seçimin demokratik bir ortamda gerçekleştiği hüsn-i zannıyla ülkede kısmen fırtına öncesi bir sessizlik hâkimse de, ileriye dönük olarak yeni hükümetin açıkladığı bütçeyle halkın beklentilerini karşılayamayacağı ifade ediliyor, bütçenin bazı gerçekçi kısımlarına rağmen genel olarak eksik olduğu ve gözden geçirilmesi gerektiği belirtiliyor.
Courtesy: Yeni Turkiye, 25 July 2013
No comments:
Post a Comment