Pakistan Ulusal Savunma Üniversitesi’nin BİLGESAM Ziyareti - 25 Nisan 2014

Pakistan Ulusal Savunma Üniversitesi’nden Tümgeneral Hidayat ur Rehman başkanlığındaki heyet, 25 Nisan 2014 tarihinde Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni (BİLGESAM) ziyaret etmiştir. Programda Bilge Adamlar Kurulu Başkanı Oramiral (E) Salim Dervişoğlu, Bilge Adamlar Kurulu Üyesi Orgeneral (E) Necdet Timur, Büyükelçi (E) Ümit Pamir,  BİLGESAM İcra Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oktay Alnıak, BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı, Araştırma Koordinatörleri Orhan Dede ve Erdem Kaya ile BİLGESAM uzmanlarından Ali Semin ve Elnur İsmayilov, Araştırma Asistanları Bekir Ünal, Selim Vatandaş ve Selin Güler yer almıştır.

Program, Araştırma Asistanı Selin Güler’in BİLGESAM’ın yapısı, faaliyetleri ve yayınlarının tanıtıldığı takdim ile başlamış, ardından Büyükelçi (E) Ümit Pamir, Türk Dış Politikası ve Türkiye’nin bölgesel sorunlara yaklaşımını değerlendiren bir konuşma yapmıştır. Misafir heyetin Pakistan’ın genel durumu ve Pakistan Dış Politikası konulu takdimi ile devam eden programda Türkiye ile Pakistan arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliği alanları konuşulmuştur.

Suriye ve Ukrayna krizleri, uluslararası terörizm ve enerji güvenliğinin tartışıldığı toplantıda, Afganistan ile Hindistan’daki seçimlerin muhtemel sonuçları da değerlendirilmiştir. Türkiye’nin bölgedeki rolünün ve Türkiye-Pakistan işbirliğinin öneminin vurgulandığı programda ortaya çıkabilecek bölgesel ve uluslararası güvenlik tehditleri ele alınmıştır.  Karşılıklı soru-cevap şeklinde devam eden toplantı, Tümgeneral Hidayat ur Rehman ve Oramiral (E) Salim Dervişoğlu’nun değerlendirmeleriyle sona ermiştir.
Courtesy: BiLGESAM
External link: http://www.bilgesam.org/incele/1139/pakistan-ulusal-savunma-universitesi#.U1-NK1VmOSo

Babür’ün tasavvuf bahçesi - Atilla Tuna - Hurriyet

Lahor’a ayak bastığım ilk andan ayrıldığım son ana kadar Pakistan’ın tüm renkleriyle kucaklaştım: Tasavvuf dergahları, sufi Kavvali müziği, tarihi Babür Bahçeleri, şehrin tarih kokan sokakları, Wagah’taki Hudut Kapanış töreni... Penjab Eyaleti’nin başkentini görmek, adeta tüm Pakistan’ı görmekle eşdeğerdi…

İlk sabahımda Lahor beni meltem rüzgarlarıyla karşıladı. İlk kez gittiğiniz bir şehri yakından tanımak, günlük yerel hayatı keşfetmek ancak yürüyüşle mümkün. Genel düstura uyarak Lahor’u güneyden kuzeye doğru kat eden en uzun caddesi The Mall’da yürüdüm. İngiliz sömürge döneminde inşa edilen bu uzun caddenin üzerinde Lahor’un en önemli mimari eserleri yer alıyor. Kilometrelerce uzun bu caddede Pakistan’ın tüm renkliliği görülebiliyor. Efsanevi renkli otobüsler, rengarenk tabelalar, gürültülü korna çalan otomobiller, doğu şehirlerinin karmaşa içindeki akıcılığı hepsi bir arada.
Eski adı Lawrence Parkı olan Cinnah Bahçeleri’nden geçerek Charing Cross’a geldim. Sömürge dönemi ismi olan bu meydanda Pencap Meclis Binası ve 1974’te düzenlenen İslam Ülkeleri Konferansı buluşması için inşa edilen bir minare dikkati çekiyor. Minarenin karşısında küçük kubbeli bir yapının içinde bronzdan Kuran-ı Kerim var; 1951’e kadar aynı yerde ise Kraliçe Victoria’nın heykeli duruyor. The Mall Caddesi’nin en gösterişli bölgesi Regal Chowk’tur. Binlerce motosikletlinin geçtiği bu cadde üzerinde ve civarında şehrin iki önemli sineması olan Regal ve Plaza yer alıyor. Sinema binalarının yakınlarında ise Panorama ve Rafi Plaza gibi AVM’ler bulunuyor.

Lezzet caddesi
The Mall Caddesi’nin yakınlarında Lahorluların “yiyecek caddesi” olarak adlandırdıkları Gowal Mandi mahallesi bulunuyor. Pakistan mutfağının eşsiz lezzetlerinin bir arada sergilendiği bu şatafatlı gastronomi bölgesinin en önemli yeri Anarkali Food (Yiyecek) Caddesi. Öğlen yemeğiniz için ideal olan bu cadde akşam saatlerinde araç trafiğine kapanıyor. Yemekler rengarenk ışıkların altında yeniyor. Özellikle “Kulcha” ekmeğiyle servis edilen “Nihari” yahnisini tatmanızı öneririm.
The Mall Caddesi’nin batı bölgesinde görülebilecek üç yer var: Ünlü Hintli Nobel ödüllü yazar Rudyard Kipling’in 1901’de yazdığı romana konu olmuş Zamzama Topu ve Lahor Müzesi ile Penjab Üniversitesi. Kipling 1882-1887 yılları arasında Lahor’da beş yıl boyunca gazetecilik yapmış; babası ise Lahor Müzesi’nin ilk müdürü. Hindistan’ın bölünmesinden sonra eserlerinin bir bölümü Hindistan’a götürülmesine rağmen halen Lahor Müzesi Pakistan’ın en büyük müzesi. Müze kronolojik bir tarih sırasına göre sergilenen 20 salondan oluşuyor. Gandara Heykel Sanatı ve bu sanatın şaheseri olan “Oruç Tutan Buda” bu müzenin en önemli eseri. Mohenjadaro ve Harappa ile İndüs Vadisi uygarlığına ait antik eserler, Akamenid dönemi sikkeleri, el yazmaları, Kuran-ı Kerimler ve halılar bu müzede görülebilecekler arasında.

Tarihi bölgede
Penjab Üniversitesi’nin yeşil kampüsü, kadın giysileri ve aksesuar dükkanları ile ünlü Anarkali Mahallesi’ni geçerek şehrin en kalabalık bölgesine gelinir. Delhi Kapısı’ndan tarihi sur içine geçtiğimde mahşeri bir kalabalık vardı. Pakistan’da gezerken her an siyasi mitinglerden biriyle karşılaşabilirsiniz. Siyasi tansiyon çok yükselebildiği için bu tür toplantılardan olabildiğince uzak durmak gerekir. Tarihi şehir 6 kilometre uzunluğunda, 9 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili ve 13 kapısı var. “Sokaklarında kaybolmak” sanki Lahor için söylenmiş bir söz! Caddelerdeki insan seli şehrin nüfusu hakkında ipucu da veriyor-Lahor’da yaklaşık 10 milyon kişi yaşıyor. Peş peşe sıralanmış çok sayıda dükkanın arasından geçerek beş dakika mesafedeki Şah Cihan’ın veziri İlumiddin Ensari’nin yaptırdığı Vezir Han Camii’ne yürüyorum. Birbirinden güzel nakışlarla süslü camide, Babür döneminde, hattat yetiştiren bir medrese inşa edilmiş. Asya’nın en büyük özel müzelerinden biri Batı Kapısı’na 500 metre mesafededir: Fakirhane Müzesi. Orta Asya’nın Buhara şehrinden Lahor’a göç eden Fakirzade Ailesi’nin biriktirdiği 13 bin İslami eserin sergilendiği müze ancak randevuyla gezilebiliyor. Hz. Muhammed’e ait özel eşyaların da görülebileceği bu müze tarihi bir konakta.
Lahor’un tarihi sur içinde birçok çarşı var. Hediyelikleriyle ünlü Şah Alem Çarşısı, geleneksel kumaşçılar ve mücevheratçılarıyla tanınan Gumti Çarşısı, mutlaka görülmesi gereken yerler. Gumti Çarşısı’nda bir kumaş dükkanında çalışan Lubna adlı tezgahtardan son bir yıldır işlerin arttığını öğreniyorum.

Bu elmas farklı
Tarihi şehrin en renkli çarşılarından biri de Şah Mahallesi olarak bilinen Heera Mandi yani “Elmas Pazarı”. İsim şaşırtmasın, burada elmas veya değerli taşlar satılmıyor. Kastedilen güzel kızlar, zira burası Lahor randevuevlerinin bulunduğu mahalle. Geleneksel Mujra dansını icra eden Pakistanlı kızlar resmi olmasa da gayriresmi olarak dünyanın en eski mesleğini icra etmekte. Bir zamanlar kaliteli Mujra sanatçılarının ve hatta Pakistan’ın ulusal şairi Muhammed İkbal’ın evinin de bulunduğu Şah Mahallesi geceleri telaşlı kalabalığın koşturduğu bir yere dönüşüyor. Her şeye rağmen gezilmesi gereken yerlerin başında gelir burası. Lokantalar şehrin gizli lezzet mekanlarıdır.
Gazneliler Devleti ile Babür İmparatorluğu’na eyalet merkezi olmuş bu şehirde gezilecek ve görülecek çok yer var. Babür İmparatorluğu döneminde inşa edilen Lahor Kalesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde. Kaleyi gezerken her ne kadar terk edilmiş bir hava hissedilse de bu kale, ziyaret listesinin başında olmalı. Babür Şahı Cihangir tarafından 1618’de inşa edilen Şah Kalesi’ne Alemgiri Kapısı’ndan giriliyor. Kalenin içinde çok sayıda tarihi binayı görmek mümkün. Şah Cihan’ın inşa ettiği İncili Mescit ve misafirlerini kabul ettiği Divan-ı Alem, Harem içinde yer alan Has Divan, “Aynalı Saray” anlamına gelen Şiş Mahal, mermerden yapılmış Nulahha Köşkü ve üç küçük müze ziyaret edilen yerler arasında.
Badşehi Camii dünyanın en büyük mabedlerinden. Babür döneminden kalma yapı avlusu da dahil edildiğinde 100 bin kişiyi aynı anda alabilecek kapasitede. Fars, Orta Asya ve Hint sanatının harmanı gibidir adeta. Pakistan Ulusal Şairi Muhammed İkbal’in mezarı da burada.  Kalenin ardından İkbal Parkı’na giderek, Minare Pakistan’ı görmeyi unutmamak gerekir. Bu anıt kule, 23 Mart 1940’ta, Hindistan’da yaşayan Müslümanların Pakistan’ı kurma fikrini resmi olarak ilk kez beyan etmeleri anısına, toplantının yapıldığı yer olan İkbal Parkı’na dikilmiş.

410 fıskiyeli bahçe
Lahor’un şehir merkezinden araçla 15 dakikalık mesafede gezilecek birkaç önemli yer var. Bunların başında The Mall Caddesi’ne 4-5 kilometre yakınlıktaki bir diğer etkileyici eser olan Şah Cihan’ın yaptırdığı Şahlimar Bahçeleri gelir. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki bu eser, 17’nci yüzyılda Şah Cihan tarafından inşa edilmiş. Bahçeler 5 coğrafi bölgeden esinlenerek yapılmış. Sayısız çeşme, ağaç türü ve bina bulunuyor. Birçok Lahor’lu serinlemek ve dinlenmek için bu bahçelere gelir. Bahçedeki üst terasın adı Ferah Bahçe, orta terasın adı Feyz Bahçe, alt terasın adı da Hayat Bahçesi’dir. Üst terasta 105, ortada 152, alt terasta da 153 fıskiye var.
Babür Şahı Cihangir’in türbesi oğlu Şah Cihan tarafından inşa edilmiş. Bu etkileyici mezar yapısına 180 odalı Ekber Kervansarayı’ndan geçerek giriliyor. Cihangir’in dul eşi Nurcihan Hatun tarafından tasarlandığı tahmin edilen bu yapı, dönemin en ünlü hattatları tarafından nakşedilen süslemelerle bezeli. Türbe içindeki mermer kabartmalı Esma -ül Hüsna yazıları en dikkati çeken eserler arasında.

Wagah’ta hudut kapanış töreni
Lahor’dan çıktıktan 22 kilometre sonra Pakistan / Hindistan hudut şehri Wagah’a varılıyor. Burada dünyanın en ilginç gösterilerinden biriyle karşılaşıyorum. Her günbatımında her iki hudut kapısında “Hudut Kapanış Töreni” yapılıyor. Tören karşılıklı olarak inşa edilmiş tiyatroların önündeki sahnelerde gerçekleşiyor. Her akşam binlerce kişi buna büyük heyecanla katılıyor. Amigolar tıpkı futbol maçlarında olduğu gibi kitleyi marşlarla, milli şarkılarla harekete geçirmeye çalışıyor. Katılanlar gerek Pakistan tarafında, gerekse Hindistan tarafında büyük tezahüratlarda bulunuyorlar. Hangi tarafın tezahüratı daha büyükse o günün galibi sayılıyor. Tören alayları karşılıklı ve eşzamanlı olarak tören kıtası gösterisini yapıyor ve ardından hudut kapıları kapanıyor. Bunca memleket gezdim ancak bu kadar ilginç bir töreni hiçbir yerde görmedim!

Şah Cemal Tekkesi’nde zikir
Lahor’a kış aylarının serinliğinde, aralık – mart arasında gitmek en iyisi. Kente varışınızı perşembeye denk getirmenizi şiddetle öneririm. Lahor, Pakistan tasavvufunun merkezi. Her perşembe gecesi Şah Cemal Tekkesi’nde zikire katılarak şehri solumak elzem. Tekkeye girerken duyacağınız geleneksel dhol davulları girenleri havaya hemen sokuyor. Pakistan’ın efsanevi semazenleri Gonga ve Mithu Saeen kardeşler burada her perşembe kendinden geçerek müthiş bir performans sergiliyor. İlerleyen saatlerde binlerce kişinin kendinden geçerek sema yapmalarını büyük bir hayranlıkla izliyorum. Gece yarısına doğru tekkeden, Mevlana Celaleddin Rumi’nin bir sırrını keşfederek ayrılıyorum.
Courtesy: Hurriyet, 21 Nisan 2014
http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/26215297.asp

PAKİSTAN DENİZ KUVVETLERİ GEMİSİ RAHNAWARD TÜRKİYE’Yİ ZİYARET EDİYOR

ANKARA, 25 Nisan 2014: Pakistan Deniz Kuvvetleri gemisi RAHNAWARD, Pakistan Deniz Kuvvetlerinin eğitim gemisidir (Uzun Gemi olarak da adlandırılmaktadır). Halen bir dostluk ziyareti gerçekleştiren  gemi, 22-25 Nisan 2014 tarihlerinde, Türkiye’de Çanakkale Limanı’nı ziyaret etmektedir.

Gemi, Uluslararası Karadeniz Yelkenli Gemi Yarışı’na katılacaktır. Yarış, 03 Mayıs 2014 tarihinde Bulgaristan, Varna’dan başlayıp, 09 Mayıs 2014 tarihinde Rusya, Novoriski’de sona erecektir. Yarış, Sail Training International (STI) tarafından organize edilmektedir. Yarışa çeşitli kategorilerde 23 gemi katılacaktır.

Pakistan Deniz Kuvvetleri gemisi RAHNAWARD, Pakistan’ın 23 Eylül 2010 yılında yapılan ilk Uzun Gemisidir. Uzunluğu 59.35 metre, tonajı 498 tondur. Seyir hızı  7-8 deniz mili, yelkenleri fora olarak 13 deniz milidir. Gemiye Pakistan Deniz Kuvvetlerinden Albay Azfar Humayun kumanda etmektedir, mürettebat 63 subay ve denizciden oluşmaktadır. Gemide Pakistan Deniz Kuvvetleri öğrencileri yanısıra,  Suudi Arabistan ve Türk Deniz Kuvvetlerinden öğrencileri de  bulunmaktadır. Gemi Çanakkale’ye gelirken, Umman (Salallah), Sudan (Sudan) ve Mısır(Aleksandra) limanlarına da iyi niyet ziyaretinde bulunmuştur. Yarış bitiminde, İstanbul ve İzmir Limanlarını ziyaret edecektir.

Pakistan Deniz Kuvvetleri gemisi RAHNAWARD’ın, Türkiye’nin üç limanına gerçekleştireceği dostluk ziyaretleri, iki ülke arasında varolan ikili bağları daha da kuvvetlendirecektir. Üst düzey savunma heyetlerinin karşılıklı ziyaretleri, mübadele eğitim programları ve deniz birliklerinin ziyaretleri Türkiye-Pakistan ilişkilerinde düzenlilik arzetmektedir. Türk Fırkateyni TCG Gelibolu da 06-09 Nisan 2014 tarihlerinde Pakistan Karaçi Limanı’nı ziyaret etmiş ve Pakistan Deniz Kuvvetleri ile birlikte çeşitli deniz tatbikatlarına katılmıştır.

YouTube

Daily Motion

PAKISTAN NAVY SHIP RAH NAWARD VISIT TO TURKEY

ANKARA, 25 April 2014:  Pakistan Navy Ship RAH NAWARD is currently on a friendly visit to Çanakkale Port in Turkey from 22 to 25 April 2014. The Ship is the Sail training ship (also called Tall Ship) of Pakistan Navy. Ship is

The Ship is on the way to participate in the Black Sea Regatta. Race is scheduled from Varna, Bulgaria till Novorossiysk, Russia. Race will be starting off Varna on 3 May 2014 and will finish off Novorossiysk on 9 May 2014. The race is organized by the Sail Training International (STI). There are 23 vessels participating in the Regatta in different categories.

PNS Rah Naward is Pakistan’s first Tall Ship commissioned in Pakistan Navy on 23 September 2010. The ship is 59.35 meter in length and displaces 498 tonnes of water. Its cruising speed is 7-8 knots on engines and 13 knots under sails. Ship is being commanded by Captain Azfar Humayun PN. Ship has a crew of 63 officers and men. Ship is also carrying young trainees from Pakistan Navy, Royal Saudi Naval Force (RSNF) and Turkish Navy. While enroute to Canakkale, Ship has paid goodwill visits to Salalah(Oman), Port of Sudan(Sudan) and Alexandria(Egypt).After finishing the race, Ship will visit Turkish ports of Istanbul and Izmir.

These friendly visits by PNS Rah Naward to three Turkish ports will further strengthen existing bilateral ties between the two countries. Reciprocatory visits of high level defence delegations, exchange training programmes and visits of naval units are a regular feature of Turkey-Pakistan defence relations. Turkish Frigate TCG Gelibolu recently visited Karachi from 6-9 April 2014 and participated in various naval exercises with Pakistan Navy.



Defence Minister leads Pakistan delegation to the 99th commemoration of Çanakkale battle

I
Pakistan’s Minister for Defence (first from left) standing in respect at the site of the Çanakkale battle.
STANBUL
, 24 April 2014: Pakistan’s Minister for Defence Khawaja Muhammad Asif represented Pakistan at the 99th commemoration of the Çanakkale [Gallipoli] battle. The Pakistani delegation, alongwith other international guests invited from the world over, visited the site of this great battle of the World War I at Canakkale today. They remained at the Gallipoli peninsula and offered prayers for the Turkish soldiers who laid their lives in defence of their country.

Çanakkale [Gallipoli] campaign is one of the wars of survival in Turkish history. The campaign is regarded as a defining moment in the nation's history. The struggle formed the basis for the Turkish War of Independence and the founding of the Republic of Turkey eight years later under Mustafa Kemal Atatürk, who first rose to prominence as a commander at Gallipoli.

Ambassador of Pakistan in Turkey H.E. Mr. Muhammad Haroon Shaukat, Consul General Istanbul Dr. Yusuf Junaid and Naval Attache Cap (PN) Zaka ur Rehman also accompanied the Pakistani dignitary.

ENDS

More fotos from http://goo.gl/h0FCH6

Minister for Religious Affairs of Pakistan visits Turkey, discusses Turkish offer to open model Imam Hatip School in Pakistan

ANKARA, 24 April 2014: Leading a 4-member delegation, Minister for Religious Affairs & Inter Faith Harmony of Pakistan Sardar Muhammad Yousaf is visiting Turkey at the invitation of the President of the Turkish Presidency of Religious Affairs Prof. Dr. Mehmet Gormez.

The Pakistani Minister held a meeting today with the President of Religious Affairs of Turkey Prof. Dr. Mehmet Gormez and discussed ways to further improve relations between their institutions.

Sardar Yousaf said the democratic government of Pakistan led by Prime Minister Muhammad Nawaz Sharif is keen to further improve relations with the brotherly country Turkey in all areas. He emphasized on the exchange of religious scholars, officials and students between the two countries. He added that such exchange will benefit both the countries in learning from the best practices in each other’s countries. “The purpose of my visit is to understand the Turkish education system and the Imam Hatip school system in particular,” said Sardar Yousaf.

Prof. Dr. Mehmet Gormez said Turks have great love for Allama Muhammad Iqbal whose philosophy inspires many till today. He said Iqbal is equally revered in Turkey alongwith their national poet Mehmet Akif Ersoy. He opined that the Muslim world is passing through challenging time and desired that Muslims should stand united to brace these challenges.

The host offered to open a model Imam Hatip High School in Pakistan.  Welcoming the offer, Sardar Yousaf thanked Dr. Gormez for the generous offer and said Pakistan will study the proposal and shall discuss further modalities to give concrete shape to the pilot project.

The Turkish model of Imam Hatip School is fusion of Islamic and modern education as it contains as much arts and science classes as normal high schools do. To observe the teaching model, the delegation during their Turkey stay will visit relevant institutions.

More photos from our facebook page: http://goo.gl/qbx1aa


Roundtable Meeting between SAM and NSWC of the National Defence University

A roundtable meeting was organized by SAM and National Security and War Course (NSWC) of the National Defence University of Pakistan on the topic of “Turkey-Pakistani Relations within the Context of Defence and Security Policies” on April 21, 2014 at Ministry of Foreign Affairs.

The meeting was moderated by SAM Chairman Assoc. Prof. Mesut Özcan with participation of NSWC Delegation which was represented by Maj Gen Hidayat ur Rehman HI (M), Chief Instructor NDU, Deputy Head of Pakistan Embassy Mrs. Aisha Farooqui, other participants from Embassy and fifteen people from NSWC, as well as representatives of Ministry of Foreign Affairs and Assist Prof. Necati Anaz from Necmettin Erbakan University.

During the meeting, Turkish foreign policy, its vision and targets, transformation process of neighbor countries and their impacts on the region, think tanks, education issue and exchange programs, political, economic and cultural aspects of bilateral relations between Turkey and Pakistan were discussed. Furthermore, Turkey-Pakistan relations should be expanded in trade, transportation and energy fields which are currently excellent in other fields.

The meeting has been concluded with Q&A session was the above-mentioned participants shared their ideas as well as suggestions and responded to various questions from Pakistani delegation.
Ankara, 21 April 2014

Courtesy: SAM
External Link http://sam.gov.tr/roundtable-meeting-between-sam-and-nswc-of-the-national-defence-university/

İslamabad Ulusal Savunma Üniversitesi’nden USAK’ a Ziyaret - 17 member delegation of National Defence University Islamabad, Pakistan (NDU) visited USAK on Tuesday, 22 April 2014. This visit is a part of the National Security and War Course. USAK together with its representatives and experts hosted an interactive session covering several issues regarding Turkish perspective over the situation in Afghanistan, Syria, Iran nuclear issue, international terrorism and other regional issues. During the discussion, both parties shared their point of views on fostering the peace and stability building in the region. The discussion also mentioned about strengthening bilateral relations between Turkey and Pakistan. USAK experts underlined that both countries need to improve their economic relations and cultural exchange to a better level.

İslamabad Ulusal Savunma Üniversitesi’nden 17 kişilik temsilci bir heyet 22 Nisan 2014 tarihinde USAK’ı ziyaret etti. Toplantının ana başlığını Afganistan’daki seçim süreci ve muhtemel sonuçları oluşturdu. Seçim sonucunda ortaya çıkabilecek bölgesel ve uluslararası güvenlik tehditlerinin ele alındığı toplantıda, Rusya’nın, ABD’nin ve bölgesel aktörlerin rolü de ele alındı. Ayrıca, Afganistan’daki barış ve istikrarın bölge güvenliği için son derece önemli olduğunun altı çizildi.

Toplantının diğer başlıklarını ise Türkiye- Pakistan arasındaki muhtemel siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliği alanları oluşturdu. Ukrayna ve Suriye krizleri, İran’ın nükleer programı, uluslararası terörizm ve enerji güvenliğinin de konuşulduğu toplantıda, Türkiye’nin bölgedeki rolünün ve Türkiye-Pakistan işbirliğinin önemi vurgulandı.

USAK uzmanlarının katılımlarıyla interaktif bir şekilde geçen toplantıda katılımcılar karşılıklı görüş alışverişinde bulunma imkânı buldu.

17 member delegation of National Defence University Islamabad, Pakistan (NDU) visited USAK on Tuesday, 22 April 2014. This visit is a part of the National Security and War Course.
USAK together with its representatives and experts hosted an interactive session covering several issues regarding Turkish perspective over the situation in Afghanistan, Syria, Iran nuclear issue, international terrorism and other regional issues. During the discussion, both parties shared their point of views on fostering the peace and stability building in the region.
The discussion also mentioned about strengthening bilateral relations between Turkey and Pakistan. USAK experts underlined that both countries need to improve their economic relations and cultural exchange to a better level.

Courtesy: USAK
External Link http://www.usak.org.tr/usak_det.php?id=5&cat=1632#.U1jStVVmOSp

Pakistan'ın milli şairi ve mücadele insanı Muhammed İkbal

Muhammed İkbal verdiği konferansları,dersleri ve yazdığı şiirleri ile bir taraftan ümmeti tekrar ihya etmek için samimiyetle çalışırken diğer yandan Hint Müslümanlarını İngiltere’ye karşı mücadeleye teşvik ediyor ve Müslüman toplumun sahip olacağı bağımsız bir devletin temellerini atıyordu.

 Ömer Aymalı / Tarih Dosyası / Dünya Bülteni
Pakistan'ın manevi kurucusu büyük İslam şairi, mütefekkir Muhammed İkbal Pakistan’ın Pencap bölgesine bağlı Siyalkot’ta 9 Kasım 1877'de dünyaya geldi. İlk eğitimini Kur'an üzerine aldı. Kur'an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. İngilizce eğitim veren Scotch Mission College (İskoçya Misyon Lisesi)’da liseye başlayan İkbal  1893 yılında dereceyle mezun oldu. Liseden sonra 2 yıl da İskoçya Misyon Lisesi’nin yüksek bölümünde okuyarak felsefe ve İngilizceden öğretmenlik diploması aldı.
10 yıllık bu eğitimin sürecinin ardından üniversiteye devam etmek istedi ancak bulunduğu şehir Siyalkot’ta üniversite yoktu. Bu sebeple Lahor’a giden Muhammed İkbal buradaki en seçkin üniversite olan Goverment Collage Devlet Yüksek Okuluna kaydoldu. Kişiliğinin yön aradığı dönemde Mir Hasan ve Prof.Arnold gibi iki değerli hocadan ilim tahsil eden Muhammed İkbal lisans eğitimini altın madalya ile tamamladı. Yüksek Lisans eğitimini de yine aynı okulda yaptıktan sonra 1899 yılında mezun oldu.Lahor’da Oriental College’de akademisyenlik yapmaya başladı. Bu okulda Arapça dersleri veren İkbal, diğer yandan Government College’de Felsefe dersleri verdi.
Muhammed İkbal 1905 yılında Batıyı daha yakından tanımak ve felsefe tahsilini geliştirmek amacıyla İngiltere’ye gitti. Cambridge Üniversitesine kaydını yaptırdı ve burada ünlü Prof.Taggart’ın öğrencisi oldu. Ayrıca ünlü oryantalistlerden A. Nicholson ve R. G. Browne ile de dostluk kurdu.Yüksek Lisans eğitiminin ardından İngiltere’den Almanya’ya geçti ve burada da Felsefe üzerine  doktorasını tamamladı. Daha sonra tekrar İngiltere’ye dönen İkbal Londra’da siyasal bilgiler fakültesinde başarılı bir şekilde eğitimine devam etti ve diploma ile birlikte avukatlık yapabilme belgesini aldı.
"Asrın firavunları, hep beni avlamak için çabalayıp durdular"
İkbal İngiltere’de kaldığı 3 yıllık süre içinde bir taraftan eğitimini tamamlarken bir taraftan da İslam konulu bir dizi konferans verdi. Muhammed İkbal Avrupa’da bulunduğu süre içinde düşünce ufku genişlemiş ancak kendi köklerinden, dininden imanından, anlayışından  kopmamıştı. İkbal bunu şu cümleler ile ifade edecekti: "Çağdaş Avrupa kültür ve ilimlerinin ışığı özümü alamadı, gözümü kamaştırmadı. Çünkü ben, gözüme Medine'nin sürmesini çekmiştim. Batı eğitim ve öğretim ateşinin içinde eğleştim ama İbrahim'in, Nemrut’ un ateşinden sağ salim çıktığı gibi çıkıp kurtuldum. Asrın firavunları, hep beni avlamak için çabalayıp durdular; fakat ben onlardan korkmadım ve korkmuyorum. Zira Yed-i Beyza'yı (Kur'an) taşıyorum. Yıldızları ele geçirdimse ve zorluklar bana boyun eğdilerse buna şaşmayın! Çünkü ben, O büyük Peygamberin (sav) kölelerindenim ki, çakıllar O'nun ayağıyla şereflenip yıldızlardan daha kıymetli oldular ve O'nun ayak izlerinden kalkan tozlar, misk kokusundan daha güzel ve çabuk etrafa koku saçtılar."
İkbal Batı medeniyetini tahlil imkanı bulduğu bu yıllarda, bu medeniyetin temellerinin çürük olduğunu ve dine karşı büyük bir düşmanlık içerisine girdiğini tespit ederek şu sonuca ulaşacaktı: "Latin medeniyetinden sakın ki, bu medeniyet, hak ehli ile sürekli mücadele halinde olup, kurnazlığı ile yeni fitneler doğurarak, Lat ve Uzza'yı Harem-i Şerife (Kabe'ye) tekrar dikmek istiyor. Bu medeniyetin aldatıcı sihriyle kalpler köreliyor; ruh onun serabıyla susuzluktan yok olup parçalanıyor ve kalbin ateşi sönüyor. Hatta bu medeniyet, cesetten kalbi söküp çıkarıyor.
Gerçekten Avrupa'da ilim gelişmiş ve sanayi ilerlemiştir. Fakat orası hayat menbaından eser olmayan karanlıklar ummanıdır. Orada maddenin putlaştırmasının tezahürü olarak banka binaları sanat güzelliği ve görünüş ve temizlik bakımından, kiliselerden üstündür. Avrupa'nın böbürlenip durduğu şu ilim, hikmet, siyaset ve hükümet, kof görüntüden başka bir şey değildir. Gerisinde hakikat yoktur. Semavî yönetim ve İlahi vahiyden nasibi olmayan, fakat elektirik ve buharı kullanmada son derece mahir bir millet! Araçların hakim olduğu ve sanayinin tahakkümü altında bulunan bu medeniyette kalpler ölüyor; şefkat, vefa ve asil insanî mevhumlar maktul düşüyor."
"Batı medeniyetinin ışığı parlak, hayat ateşi kızgın, cayır cayır yanıyor."
İkbal, Batı medeniyetinin halini ise şöyle tasvir ediyordu: "Batı medeniyetinin ışığı parlak, hayat ateşi kızgın, cayır cayır yanıyor. Ancak bu medeniyetin İlkbaharında Hz. Musa'nın rolünü temsil edip ilham alan, Allah'ın kelamıyla şereflenen kimse yok. Yine Hz. İbrahim'in rolünü yüklenip putları parçalayacak, ateşi soğuğa ve selamete çevirecek kimse yok." Bu değerlendirmelerinden sonra, İslam ve Batı medeniyetlerini karşılaştırarak şu sonuca ulaşıyordu: "Batı medeniyeti, insanlığa faydalı gelişmelerin esaslarını aldığı Doğu İslam ülkelerine bu iyiliğin karşılığı olarak sefalet ve sefahati, şer ve tahripleri, bozgunculuk ve kötülüğü vermiştir. Arap yarımadası, Batı'ya eşitlik, temizlik ve rahmete davete! bir yüce Peygamber'i(sav) tanıtmış; Avrupa ise buna karşılık saldırganlık ve zorbalığı, sefalet ve fuhşu, sefahet ve yokluğu hediye etmiştir."
Muhammed İkbal bu tahlilleri ile 27 Temmuz 1908’de üç buçuk yıl kaldığı Avrupa’dan tekrar ülkesine geri döndü. Government College’da felsefe ve İngiliz filolojisinde akademisyenlik yaptı. İkbal bu süre içerisinde eğitim sisteminin Müslüman gençleri köklerinden kopardığını dini duygu ve sevgilerini söküp aldığını görüyor ve buna şu cümlelerle itiraz ediyordu: "Günümüzün okuyan geçlerinin elindeki kadeh boş, dudakları susuzluktan çatlamış, yüzü parlak fakat gönlü zindan, aklı münevver fakat basireti kör, yakîni zayıf, ümitsizliği büyüktür. Yabancılar onların İslami toprak ve kerpiçlerinden kiliseler inşa ediyorlar. Çıtkırıldım ve lüks bir gençlik. Gönüllerinde ümit ve emelleri daha beşikteyken ölüyor. Okul, onlardaki dînî duygu ve sevgilerini söküp almış ve onlar heykeller haline gelmişler. Batı medeniyeti iliklerine işlemiş ve onlar, bir parça arpa ekmeği dilenmek için el açmışlar ve bu uğurda ruhlarını satmışlar. Bu zavallılar mümindirler, ama ne ölümün sırrını biliyorlar, ne de Allah'tan başka bir galib-i mutlak olduğuna inançları var. Frengistandan Lat ve Menat satın alıyorlar. Müslümandırlar; fakat akılları putları tavaf ediyor. Frenkler bu nesli harpsiz, darpsiz öldürdüler."
"Gönlüme saplanan dikeni çıkaracağım.’
Nihayetinde İkbal çok geçmeden öğretim üyeliğinden istifa etti. Öğretim üyeliğinden istifa etmesinin sebebi okul idarecilerinin onun söz ve hareketlerine sınır koymaya çalışmasıydı. İkbal bunu şöyle ifade edecekti: "İngilizlerin hizmetinde iş yapmak güçtür. Gönlümde milletime söylemek istediğim bir hayli mesaj var. İngiliz devletinin hizmetinde bulunmakla bunları rahatlıkla söyleyemem. Artık hür bir insanım. Ne istersem söyleyebileceğim ve böylelikle gönlüme saplanan dikeni çıkaracağım.’
Muhammed İkbal resmi görevinden istifa etmesine rağmen hiçbir zaman eğitim ve öğretim işlerinden geri kalmadı. Devamlı olarak Lahor‘daki Islâm akademisiyle irtibat halinde olan İkbal orada dersler verirken, çeşitli üniversitelerde de ilmi konferanslar veriyordu.
"Trablus şehitlerinin kanları"
Muhammed İkbal aynı zamanda bir Türkiye sevdalısıydı. Osmanlı devletinin son yıllarında üst üste gelen harp felaketleri İkbal’i de derinden etkimekte kalbini yaralamaktaydı. Trablusgarp, Balkan savaşlarının gerçekleştiği yıllarda duygularını şiirlerle dokunaklı bir şekilde ifade edecekti. İslam dünyasının içinde bulunduğu yıkımın verdiği üzüntüyü Huzur-i Risalet-Meabda şiirinde şöyle dile getirecekti: Hz.Peygamberin manevi huzurunda ona : Sen cihan bahçesinin bir rayiha biçiminde çıktın,bize ne hediye getirdin” diye sorması üzerine İkbalin verdiği cevap onun duygu ve düşüncelerinin hangi boyuta ulaştığını gösteriyordu: “Efendimiz, bir kâse sunuyorum. Bu kâse içindeki şey cennette bile bulunmaz. Bunun içinde ümmetin onuru parlıyor. Trablus şehitlerinin kanları onun içindedir.”
"Allah, İslam’ın son askerlerini muzaffer kılsın"
Türkiye’nin Kurtuluş savaşı sürecinde de Muhammed İkbal tüm kalbiyle milletin yanında oldu. Milli mücadelenin zor günlerinde Mustafa Kemal Paşa bütün İslam alemine yönelik birkaç beyanname yayınlamıştı. Bu beyannamelerde şu dikkat çekici cümleler bulunmaktaydı: “Bütün İslam yüreklerinin bir kalp halinde çarpması için kendisini perişan eden Türk milletine Müzahir olun”. “İslam’ın her tarafında duçar-ı hezimet olan sancakları Anadolu’da toplanmıştır.” Muhammed İkbal bu beyannameleri 250 bin kişinin Kurban bayramı namazı için toplandığı Lahor’daki tarihi Badşahi Camiinde okuyarak uzun bir konuşma yapacak ve şöyle diyecekti: “Dua edelim kardeşlerim, o bayrak, o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslam’ın güneşi kararmasın, Allah, Müslümanları Hıristiyanlara karşı savunan büyük lider Mustafa Kemal’e yardım etsin. İslam’ın son askerlerini muzaffer kılsın.”İkbal’in bu çok ünlü konuşmasından sonra Hint yarımadasındaki müslümanlar ellerinde ne varsa Anadolu’ya yardım olarak gönderdiler.
Pakistan'ın kuruluşunun fikri temelini attı
Muhammed İkbal verdiği konferansları,dersleri ve yazdığı şiirleri ile bir taraftan ümmeti tekrar ihya etmek için samimiyetle çalışırken diğer yandan Hint Müslümanlarını İngiltere’ye karşı mücadeleye teşvik ediyor ve Müslüman toplumun sahip olacağı bağımsız bir devletin temellerini atıyordu.
"Bir mezar toprağından kulağıma geldi ki, Yerin altında da yaşamak mümkündür. Başkalarının istediği gibi yaşayan insan, Nefes alır, lakin canı yoktur." diyen ikbal milletine hür iradesini kazandırmak için çalıştı. 1930 yılında Hint Müslümanlar Birliğinin kongresinde başkan seçildiğinde yaptığı ilk konuşmada bağımsız bir devlet fikrini ortaya attı. İngiliz hakimiyetinde bulunan Pencap, kuzeybatı eyaletleri,Sind ve Belucustan’ı içine alan topraklar üzerinde bir Müslüman devleti kurulmasının gündeme getirdi. İlk başlarda Muhammed Ali Cinnah dahil birçok kişi bu fikre karşı çıkmış olsalar bile İngilizlerin kışkırtmaları ile Hintlilerin Müslümanlara yönelik katliamlarının artması üzerine bu fikrin doğruluğu ortaya çıktı.
Muhammed İkbal hür bir Pakistan fikrini gerçekleştirmek için ülkenin dört bir tarafında konferanslar verdi. İngilizler, açıktan reddedemedikleri bu fikri uluslar arası bir toplantıda ele alınıp tartışılmasını teklif ettiler. 1931 yılında Londra’da yapılan toplantıya Müslümanlar adına İkbal,Cinnah ve birkaç lider katıldı. İkbal bu toplantıda bir taraftan İngilizlerin niyetlerini tam olarak anlamaya çalışırken diğer taraftan da fikirlerini bağımsız delegelere anlatma fırsatı buldu.
Londra’daki bu toplantılardan sonra İkbal İspanya’ya geçerek Müslümanların bir zamanlar kurmuş olduğu Endülüs medeniyetini yerinde görme fırsatını yakaladı. Oradan da Mussolini’nin ısrarlı daveti üzerine İtalya’ya geçti. İtalya’dan Hindistan’a dönen Muhammed İkbal Londra’daki toplantılarından çıkardığı sonucu ve bağımsızlık yönündeki görüşlerini kamuoyuna açıklayarak teşkilatlanma çalışmalarına hız verdi. 1933 yılının şubat ayında Afgan Kralı Nadir Han’ın daveti üzerine Kabil’e giderek ülkenin eğitim sisteminin organizasyonunu yaptı ve bir üniversitenin kurulmasına yardımcı oldu.
Muhammed İkbal yoğun çalışmaları esnasında yorgun da düşmüştü. 1934 yılında şiddetli bir boğaz enfeksiyonu geçirdi. Yoğun çalışma temposunda buna pek önem vermedi.  Ancak ağırlaştığını hissedince doktora gitti, fakat bu süre içinde hastalığı ilerlemiş ve gırtlak kanserine çevirmişti. İkbal’in sağlığı her geçen gün daha kötüye gitti. Ancak o acıyı da ölümü de rıza ile karşıladı. Sevenlerin müteessir olmaması için de şöyle diyordu: " Ölüm benim için acıdır zannetmeyin. Gözümden bir cihan kayıp olmuşsa ne çıkar. Benim gönlümde daha yüzlerce cihan var." 

Kaynaklar:  
Abdulkadir Karahan; Doğudan Gelen Ses
Abdulkadir Karahan, Dr. Muhammed İkbal ve Eserlerinden Seçmeler
İbrahim Refik; Şark'tan Yanık Bir Feryat İkbal
Samiha Ayverdi; Abide Şahsiyetler  Mustafa Sarper Alap;
Türklerin Unutulmayan Dostu Muhammed İkbal
Courtesy: Dunya Bulteni
http://www.dunyabulteni.net/gunun-haberleri/295983/pakistanin-milli-sairi-ve-mucadele-insani-muhammed-ikbal

Turkey-Pakistan Relations “Extraordinary”, Efforts afoot to further boost commercial ties – Envoy

ANKARA, 21 April 2014: Pakistan-Turkey relations are of extraordinary nature and a huge reservoir of ePakistan’s Ambassador to Turkey H.E. Mr. Muhammad Haroon Shaukat said this while briefing a 17-member delegation of the participants of National Security and War Course of the National Defence University of Pakistan who are currently on a study tour of Turkey.
motions and goodwill is making them further stronger.

The Ambassador said ‘public welfare’ tops the agenda of both the leaderships of Pakistan and Turkey. He said Pakistan-Turkey relations are at all times high. He informed that efforts are being made by both Pakistan and Turkey to translate the excellent brotherly relations into good economic ties.

Mr. Haroon Shaukat said there is great potential for bilateral investments. He shared that Turkish entrepreneurs are keen to invest in Pakistan in the areas of infrastructure, energy and municipal services. Recent successful Turkish projects in these sectors have great scope to be further expanded into many more cities in Pakistan, he added.


As part of their study tour, the Pakistani delegation will visit and interact with the leading Turkish think-thanks, government departments and military institutions and shall have site visits to different defence production industries. 

Çılgın Türk bisikletle K2'ye çıkacak

Bisikletle, dünyanın en yüksek ikinci dağı olan K2 dağına tırmanacak Muharrem Aydın Irmak, turuna yarın Taksim Meydanı'ndan başlayacak.       
12 Nisan 2014 Cumartesi  
İSTANBUL (AA)
Daha önce bisikletle iki kez Everest'teki ana kampa kadar çıkan Irmak, dünyanın en zorlu dağı olarak kabul edilen 8 bin 611 metre yükseklikteki K2'ye tırmanacak. Muharrem Aydın Irmak, turuna 7'si uluslararası dağcı olmak üzere, yerel "Şerpa" dağcılarının bulunacağı toplam 21 kişilik ekiple yarın Taksim Meydanı'ndan start alacak.

İran ve Afganistan üzerinden Pakistan'ın başkenti İslamabad'a ulaşacak olan Irmak, ilk etabı 15 Haziran'da, K2'ye tırmanış ve inişi ise 15 Ağustos'ta tamamlanmayı planlıyor.

Courtesy: Star Gazette

"Türkiye, Keşmir Halkının Yanında"

Türkiye'nin İslamabad Büyükelçisi Sadık Babür Girgin, Türkiye'nin Keşmir halkının yanında olduğunu söyledi.

Türkiye'nin İslamabad Büyükelçisi Sadık Babür Girgin, Türkiye'nin Keşmir halkının yanında olduğunu söyledi.
Pakistan'ın başkenti İslamabad'da Türkiye-Pakistan Stratejik Ortaklık Sempozyumu düzenlendi. Hubeyb Vakfı ve Misak Araştırma Merkezi tarafından organize edilen sempozyumda Türkiye ve Pakistan arasındaki ilişkiler masaya yatırıldı.
Sempozyuma konuşmacı olarak katılan Türkiye'nin İslamabad Büyükelçisi Sadık Babür Girgin, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin geliştiğini belirtti.
Keşmir sorununun çözümünde Türkiye'nin pozisyonunun net olduğunu ifade eden Büyükelçi Girgin, "Türkiye, Keşmir halkının yanında" dedi.
Sempozyuma katılan konuşmacılar, İslam dünyasının karşılaştığı problemlerin çözümünde iki ülkenin işbirliğinin önemini vurguladı. Özellikle tarihten gelen rolü göz önüne alındığında, kronikleşen problemlerin çözümünde Türkiye'nin liderliğine ihtiyaç duyulduğu belirtildi.
Gün boyu devam eden sempozyumun sonunda katılımcılara plaket takdim edildi.
Haber Yayın Tarihi : 14.04.2014 22:51
Anadolu Ajansı [5908817]
Courtesy: Son Dakika

Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişimi Pakistan’da masaya yatırıldı

Pakistan’daki Hubeyb Vakfı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırma Merkezi tarafından ‘Sosyal ve Ekonomik Açıdan Strateji Ortaklığı’ konulu seminer düzenlendi.

Seminerde açılış konuşmasını Türkiye İslamabad Büyükelçisi Babür Gilgin yaparken, Sakarya Üniversitesi'nden Dr. Ali Balcı, İstanbul Ticaret Üniversitesi'nden Dr. Mehmet Babacan, Senatör Raja Muhammed Zafer, Pakistanlı milletvekilleri Avais Laghari ve Şirin Mazari ile Hubeyb Vakfı Başkanı Nedim Ahmed Khan ve emekli general ve istihbarat başkanı Hamit Gül, iki ülke arasındaki sosyal ve ekonomik ilişkileri masaya yatırdı.

Açılış konuşmasını yapan İslamabad Büyükelçisi Babür Gilgin,’ "Pakistan’a geldiğimden beri insanlar bana Türkiye’nin ekonomik açıdan nasıl bu kadar gelişebildiğini soruyorlardı. Ve bugün bu önemli konu uzman misafirlerimiz tarafından masaya yatırılacak." dedi.

Türkiye, Pakistan ve İslam dünyasının karşılaştığı somut konularında tartışıldığı seminerde, Türkiye’nin sosyo-ekonmik açıdan gelişimini ve son dönemlerdeki sosyal yapısını değerlendiren Türk akademisyenler ilgiyle dinlendi.

Seminerde ayrıca iki ülke arasındaki ortak değerler konuşmacılar tarafından belirtilirken iki ülkenin arasındaki sosyal ilişkilerin gelişmesindeki rollerden bahsedildi. Dikkatle takip edilen seminerde dinleyiciler konuşmacılara birçok soru yöneltti.

Yaklaşık 6 saat süren seminer katılımcılara plaket takdim edilmesi ile son buldu.
External Link: http://haberand.com/turkiye-nin-sosyo-ekonomik-gelisimi-pakistan-da-masaya-yatirildi-h-439835.html

Pakistan'ın yumuşak karnı çok

11 Mayıs 2013 seçimlerini kazanan Nevaz Şerif son dönemde ülkesini düzlüğe çıkarmak için doğru adımlar atıyor. Önce Pakistan Taliban Hareketi ile dolaylı görüşmeleri başlattı ve sonra bu görüşmeler dolaysız hale geldi:

Mahmut Osmanoğlu
Pakistan uzun süredir zor zamanlar yaşıyor. Adeta bir istikrarsızlaştırma tufanı içerisinde yol alıyor. Her gün onlarca insan şiddet olaylarında hayatını kaybediyor.
11 Mayıs 2013 seçimlerini kazanan Nevaz Şerif son dönemde ülkesini düzlüğe çıkarmak için doğru adımlar atıyor. Önce Pakistan Taliban Hareketi ile dolaylı görüşmeleri başlattı ve sonra bu görüşmeler dolaysız hale geldi. Amerikan insansız uçakları 100 günden fazla bir süredir vurmuyor. Taliban kendi içerisinde çatışmalar yaşasa da hükümet güçleri ile çatışmalar durmuş bulunuyor. İki taraf arasında bir ateşkes sağlanmış durumda.
Nevaz Şerif Taliban’la barış sağlama yönünde adım atmakla kalmadı,  Beluçistan’a da barış eli uzattı: Yurt içi ve dışında yabancılaştırılmış Beluç liderlerle görüşme kararı aldı. Bu kararı almasının hemen ardından ayrılıkçı Beluç gruplar biri Sibi şehrinde diğeri başkent İslamabad’ın göbeğinde iki saldırı düzenlediler ve ortalığı kana buladılar.
Saldırıların Başbakan Nevaz Şerif’in Beluçistanlı liderlerle diyalog başlatması sonrasına denk gelmesi oldukça manidardır. Anlaşılan bağımsız bir Beluçistan mücadelesi veren ayrılıkçı gruplar ve onların destekçileri hem Pakistan Hükümeti ve hem de siyasi sürece girmek isteyen Beluç liderle gözdağı veriyorlar. 
Daha önceden uluslar arasımedyaya fazla düşmeyen Beluçistan ile ilgili sanırız bundan sonra daha fazla haberler duyacağız. Ayrılıkçı Beluçlar Pakistan’ın birlik ve beraberliği için de büyük bir tehdit oluşturuyorlar. Nevaz Şerif ülkenin istikrarını sağlama yolunda doğru adımlar atıyor olmakla birlikte ülkede istikrar istemeyen iç ve dış oyuncuların üzerinde oynayabileceği Pakistan’ın oldukça fazla yumuşak karnı var.
Pakistan Federasyonunu oluşturan dört eyaletten üçünde büyük karışıklıklar var: Yeni adıyla Hayber Pahtunhah eyaleti Afganistan’a sınır ve sınır boyları El Kaide dâhil birçok silahlı grubu içerisinde barındırıyor.
Beluçistan da, Afganistan’a sınır ve ülkenin yüzölçüm olarak en büyüğü ama en az nüfusa sahip eyaletidir. Büyük oranda çöllük bir araziye sahip ve kontrolü zor bir coğrafyadır. Kontrolün zor olması silahlı faaliyetleri ve özellikle de uyuşturucu trafiğine uygun bir zemin oluşturuyor.
İran’la da sınır olan Beluçistan’da faaliyet gösteren İranlı Sünni silahlı Beluç hareketlerinin İran’a karşı düzenlediği eylemler de Pakistan’ın başını ağrıtıyor. İran – Pakistan ilişkileri geriliyor.
Ülkenin ticaret merkezi mega şehir Karaçi’nin de yer aldığı Sind eyaleti de on yıllardır çözülemeyen sorunlar taşıyor. Özellikle 24 milyona yakın nüfus barındıran Karaçi şehrinde mezhepler arası, mezhep içi, etnik bazlı ve ideolojik çok çeşitli çatışma potansiyeli vardır. Bu şehir çeşitli sebeplerle neredeyse kanın hiç durmadığı bir şehirdir.
Pakistan’ın Hindistan’la Keşmir sorunu, sınır aşan sular sorunu, Afganistan’la Taliban, Durand hattı sorunu vardır. Halen milyonlarca Afganlı sığınmacı Pakistan’da yaşamaktadır.
Pakistan dünyanın en büyük afyon üreticisi olan Afganistan’dan Türkiye ve Avrupa’ya uyuşturucu trafiğinin geçiş noktası üzerindedir.
Ülke genelinde mezhepiçi (Hanefi Mezhebi içinde Brelvi ve Diyobendi ekolleri) mezhepler arası (Sünni, Şii ve Selefi) dinler arası (Müslüman, Hıristiyan, Hindu ve Sih) etnik bazlı (Muhacir ve Patan) gibi zaman zaman kanlı çatışmalara dönüşen sorunları vardır.
Dolayısıyla Pakistan’ın yumuşak karnı oldukça fazladır ve sorunları çözmeye çalıştıkça bu yumuşak karınlara yönelik hamlelere şahit olacağız. Pakistan’da gerçekleşen son kanlı saldırıları da bu yönde değerlendirmek gerekiyor. 
Courtesy: World Bulletin

Kurtuluş Savaşı'nın gizli kahramanı: Abdurrahman Peşaveri

Milli mücadelenin çok önemli kahramanlarından biri olan Abdurrahman Peşaverî'nin hayat hikayasi tarihe altın harflerle geçecek cinsten... 

Balkan Savaşları'nda Hindistan'dan Osmanlı Ordusu'na yardım için geldi. Savaştan sonra vatanına dönmeyip Osmanlı Ordusu'nda subay oldu.
Anadolu Ajansı'nın ilk personeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk büyükelçisi oldu. Eve dönmesi için kendisine yalvaran annesine "Anadolu işgal altındayken dönemem!" diyerek izin istedi... Tarihte unutulan bir kahraman... Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi'nin Nisan ayı sayısında Mücahit Arslan Abdurrahman Peşaverî gibi bir kahramanın öyküsünü gün yüzüne çıkardı.
Abdurrahman Peşaverî, (Peşaverli Abdurrahman Bey, veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinmektedir.) 1886'da Peşaver'de doğmuştur. Peşaver o dönemde Britanya sömürgesi olan Hindistan'ın Kuzey-Batı Sınır Eyaleti'nin başkentiydi. Günümüzde Peşaver, Pakistan'ın Haybet-Peştunya Eyaleti'nin başkentidir. Babası, 1880'de Keşmir'den Peşaver'e göç etmiş zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani'ydi. Samdani servetinin büyük bir kısmını Peşaver'deki iki camiye vakfetmişti. Küçük Abdurrahman, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim almıştı. İlk ve orta tahsilini Peşaver'de tamamlamış, lise eğitimi için Hindistan'da Aligarh Özel İslam Okulu'na (Okul, 1910'da kolej [üniversite] düzeyine yükseltilmiş; 1920'de de Aligarh Müslüman Üniversitesi adını almıştır) gönderilmişti. Keşmirli bir aileye mensup olduğu için beyaz tenli olan Peşaverî güreşe meraklıydı. Osmanlı tarihini okumuştu. Türklere duyduğu hayranlık ve sevgiden dolayı kardeşleri kendisine "Türkî Lala" (Türk Ağabey) diye hitap ederlerdi.
Abdurrahman Peşaverî ve Rauf Orbay
Ekim 1912'de 1. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine Hint Müslümanları "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu" teşkil etmişler; bu fona tüm Hindistan'dan Müslümanlar yoğun ilgi göstermişti. Aligarh İslam Koleji öğrencilerinin yemeklerden tasarruf ettikleri paralarını yardım fonuna vermeleri üzerine zamanın İngiliz Valisi Sir James Meston bizzat Aligarh'a gelerek buna mani olmak istemişse de Peşaverî'nin liderlik ettiği öğrenciler kendisini dinlememişlerdi.
EDİRNE İÇİN GÖZYAŞI DÖKTÜLER
İngiliz işgali altındaki Hindistan'da Müslümanlar Osmanlı'ya gönülden bağlılıklarıyla bilinirdi.
Hindistan Müslümanları Peşaver'de Afgan, Kalküta'da Al-Hilal, Delhi'de Comrade, Lahor'da Zamindar gazeteleri ile 1. Balkan Savaşı'nın bütün ayrıntılarını takip ediyorlardı. Cephedengelen haberlerde Balkanlarda Müslüman Türk ahalinin Bulgar ve Sırp çeteler tarafından katledilmesi Müslümanları galeyana getirmişti.
Hindistan'ın eğitim seviyesi en düşük eyaleti olmasından dolayı Hayber-Peştunya'da çok az kişi gazete okuyabiliyor, bu sebeple halk dükkân ve "hujra" denilen kahvehanelerde toplanıyor ve buralarda okunan gazeteleri ağlayarak dinliyordu. 1913'te Edirne'nin Osmanlı Ordusu tarafından Bulgarlardan geri alınması öyle bir sevinç kaynağı oldu ki bütün şehir kandillerle aydınlatılmıştı.
OSMANLI'YA DESTEK İÇİN ÇOCUĞUNU SATTI
Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaverî de öncülük ediyordu. Gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koşuyordu.
Hint Müslümanlarının yardım kampanyalarına büyük bir iştiyakla katılmasında şu iki örnek çok çarpıcıdır: Peşaver'de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkarmışlar; satıştan elde edilen parayı da Yardım Fonuna vadetmişlerdi. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul ediyorlardı.
Diğer taraftan, yine Peşaver'de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın kalabalığın içinde dört aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını; açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etmişti. Bebek açık artırmaya çıkarılmış; bu durumu gözyaşları ile izleyen Peşaverli bir zengin bebeği satın almış; bebeğin annesi aldığı tüm parayı yardım kampanyasına vermiş; Peşaverli zengin ise yürekleri parçalayan bu durum karşısında bebeği annesine iade ettikten sonra bebeğin hayatı boyunca tüm eğitim masraflarını da üstlenmişti.
PEŞAVERî İSTANBUL YOLUNDA
Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu'na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti bir Tıbbiye heyetini İstanbul'a göndermeye karar verdi. Hindistan'ın önde gelen Müslüman ailelerinden ve Eyüb el-Ensari Hazretlerinin torunlarından Dr. Ahmed Muhtar Ensarî (Şu anki Hindistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Hamid Ensari'nin büyük amcası) gönüllü olarak Tıbbiye heyetinin başkanlığını kabul edecekti. Gönüllü tıp heyetinde beş doktor, yedi sağlık görevlisi ile on erkek hasta bakıcı yer aldı.
Bu on hasta bakıcının (Abdurrahman Sıddıki, Gazi Beşiruddin Ahmed, Şuayp Kureyşi, M. Aziz Ensari, Çavduri Haliquzaman, Manzur Ali, Abdurrahman Peşaverî, Yusuf Ensari, Hüseyin Şirazi ve Tafazzul Hüseyin) ilk altısı Peşaverî'nin Aligarh Özel İslam Okulu'ndan sınıf ve okul arkadaşlarıydı.
Bombay'dan 15 Aralık 1912'de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket eden heyet Aden ve Şüveyş'i geçerek İskenderiye'ye varmış, burada bir Romanya gemisine binmiş ve 2 hafta sonra da İstanbul'a varmıştı. Tüm heyet üyeleri yolculuk masraflarını kendileri karşılamışlardı. Peşaverî, babasından izin alamayacağını düşünerek ailesinden gizlice heyete dahil olmuş, hiç parası olmadığından elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayabilmişti.
Abdurrahman Peşaverî ve Enver Paşa
30 Aralık 1912'de İstanbul'a gelen heyet Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Başkanı Besim Ömer Paşa tarafından karşılanmış ve Kadırga Hastanesi'ne yerleşmişti. Heyetle beraber Kadırga Hastanesi'nden, cephe hattında yer almak üzere Ömerli'ye giden Peşaverî, hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli olarak haber gönderiyordu.
Edirne'yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa'nın teslim olmak zorunda kalmasıyla 26 Mart 1913'te Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgali heyeti derin bir acıya sevk etmişti.
Peşaverî kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü şöyle anlatır: "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin Takdir-i İlahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne'yi savunan Şükrü Paşa'yı tarih daima hayırla yâd edecektir" Heyet, Enver Paşa'nın talebiyle, Çanakkale'de bir sahra hastanesi kurdu. Peşaverî buradan gönderdiği telgrafta, Çanakkale halkının takdirini kazandıklarını ve kendilerini ziyaret ettiklerini kaydetti ve Türk kardeşlerinden en çok duyduğu cümleyi Türkçe yazarak gönderdi: "Efendim! Hint Hastanesi çok iyi".
SULTAN HEYETTEKİLERE TEK TEK TEŞEKKÜR ETTİ
Birinci Balkan Savaşı bitince heyet Mayıs 1913'te İstanbul'a döndü. İstanbul'da sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanıştılar. Heyet İstanbul'dan ayrılmadan Sultan
Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda kabul edildi. Zor zamanda Müslüman kardeşlerine yardımlarından dolayı teşekkür eden sultan heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılmış, her birini taltif etmişti. Kabulde yer alan saray mensupları şaşkındı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı görülmüş bir şey değildi. 1913 Haziran sonunda heyet Hindistan'a döndü. Dönüş yolunda Süveyş'te Rauf Orbay'la tanıştılar. Dr. Ensari heyetten Hindistan'a dönmeyenler olduğunu, Rauf Bey'den onlarla ilgilenmelerini talep etmişti. dönmeyenler arasında Abdurrahman Peşaverî de vardı. İstanbul'da yaşananları anbean Hindistan'a bildiren Peşaverî 22 Temmuz 1913'te kız kardeşine şöyle yazmıştı: "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne'yi kurtardı. İstanbul'da bayram havası var."
Abdurrahman Peşaverî
VAZİFE: AGFANİSTAN
İstanbul'a dönen Rauf Bey'in tavassutuyla Abdurrahman Peşaverî harp okuluna kaydolmuş,
İstanbul'da başladığı askeri eğitimine Beyrut'ta devam etmişti. 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaşmış ve üç kez yaralanmıştı.
1915 sonunda Sultan Reşad, Afganistan Kralı Habibullah Han'a kıymetli taşlarla süslü bir kılıç ile değerli bazı hediyeler göndermek ve Afgan Müslümanlarının desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti görevlendirmişti. Heyete Hasan Atakan, Yüzbaşı Osman Tufan ile Peştuca, Urduca ve Farsça bilen Abdurrahman Peşaverî'yi de dâhil etmişti.
Bu sırada Basra'yı işgal eden İngilizler, İran'da heyetin yolunu kesmişlerdi. Bunun üzerine Abdurrahman Peşaverî, Afganistan'dan karayolu ile hacca gitmek isteyen fakat yolun bu şekilde kesilmesinden dolayı İran hududuna yakın bir yerde toplanmış olan bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt'a haline getirdi. Sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak heyetin esir düşmesine mani olmuş, kendisi de yaralanmıştı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı.
ANADOLU AJANSI'NIN İLK PERSONELİ PEŞAVERÎ
Peşaverî, İstanbul İtilaf Devletleri tarafından işgal edilince İstanbul'da gizlenmiş, İzmir'in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919'da Rauf Bey ile beraber gizlice İstanbul'dan Bandırma'ya gelmişti. Müteakip haziran ayında Amasya'ya geçen Peşaverî Kuva-yı Milliye'nin İngilizce yazışmalarında görev almış, Anadolu Ajansı'nın kuruluş çalışmalarında bulunmuştur.
Peşaverî Anadolu Ajansı'nın ilk personeli olarak kayıtlara geçer. Ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu'da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etmişti.
TBMM'NİN İLK BÜYÜKELÇİSİ OLDU
Milli Mücadele'de büyük yararlıklar gösteren Peşaverî, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Ağustos 1920'de Afganistan'a "Fevkalâde Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atanmıştır. İngilizlerin takibinden kurtulmak için 4,5 aylık zorlu bir yolculuğun akabinde Kabil'e varabilmiştir. Kabil'de Kral Emanullah Han kendisine büyük hüsnükabul göstermiş; ikametine 'Aynü'l-İmare' denilen ve prensliği zamanında kendisinin kullandığı sarayı tahsis etmişti.
"ANADOLU İŞGAL ALTINDAYKEN DÖNEMEM"
Kabil'e Büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazar. Fakat o, 10 yıldır görmediği ailesine şu tarihî mesajı gönderir: "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem.". Bunun üzerine ailesi Kabil'e gelir. Annesi kendisiyle beraber Peşaver'e gelmesi için yalvarır ama "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem!" diyen oğlunu ikna edemez.
Abdurrahman Bey'in büyükelçiliği döneminde 11 Mart 1921'de Moskova'da imzalanan Türk-Afgan Dostluk Antlaşması'yla ilişkilerde önemlibir adım atılmıştır. Bu antlaşma ile Afganistan'a öğretmen subay gönderilmesi, Afganlıların eğitimi hususunda yardımcı olunması karara bağlanmıştı.
Hint Yardım Ekibi
Afgan Kralı Emanullah Han'ın TBMM'ye gönderdiği, Abdurrahman Bey'in çalışmalarından sitayişle bahseden ve Anadolu'daki mücadeleyi destekler mahiyetteki mektubu 16 Şubat 1922'de TBMM Genel Kurulu'nda okunur. O zor günlerde Afganistan'dan gelen bu kardeşlik mesajı, milletvekillerimizi çok heyecanlandırmış, mektubun okunmasını müteakip gözyaşları içinde ayakta alkışlanmıştır.
RAUF BEY'E BENZEDİĞİNDEN RAUF BEY SANILARAK ŞEHİD EDİLDİ
Abdurrahman Peşaverî'nin yerine Büyükelçi tayin edilen Medine Müdafii ve Çöl Aslanı Fahreddin (Türkkan) Paşa Haziran 1922'de Kabil'e varmıştı. Peşaveri, görevi Fahreddin Paşa'ya devrettikten sonra Rusya üzerinden İstanbul'a dönerken Rus hududunda bir suikaste uğramış, fakat o günlerde yine Kabil'den Türkiye'ye dönmekte olan Kabil Harp Okulu öğretmeni Yüzbaşı Hayri Bey, kendisine benzetilerek öldürülmüştü. Türkiye'ye döndükten sonra Rauf Orbay'ın maiyetinde hizmete başladı. Abdurrahman Peşaverî ile evvelce tanışmış olan Zafer Hasan Aybek anlatıyor: "Kendisiyle 1924'te buluştuğumda Abdurrahman, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmaya çalışan Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi memleketin ileri gelen liderleriyle beraberdi. 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey meçhul üç şahıs tarafından tabanca ile vurulmuş ve birkaç saat sonra da bekçiler tarafından bulunarak hastaneye kaldırılmıştı. Kurşun bir ciğerini parçalayarak bel kemiğini zedelediğinden belden aşağısı felç olmuştu. Hastaneye ziyarete her gidişimde daima kendisini neşeli bulurdum. Fakat tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925'te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı'na defnedildi. Kadirşinas arkadaşı Esad Fuad Tugay tarafından kendisine mermer bir mezar yaptırıldı."
Peşaverî beyaz tenli ve sima olarak Rauf Orbay'a benzerliğinden saldırganların asıl hedefinin Rauf Orbay olduğu, Peşaverî'yi yanlışlıkla vurdukları da iddia edilmiştir.
Ölüm haberi Hindistan'da büyük bir üzüntü ile karşılandı. Okuduğu Aligarh Koleji'nde kaldığı yurt odasına kendi ismi verildi ve Dr. Ensari'nin davetlisi olarak 1933'te Hindistan'ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu. Ayrıca Peşaver Üniversitesi'ne doğduğu şehir Peşaver'de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi.
Ömrünü Anadolu'nun hürriyet mücadelesine adamış Abdurrahman Peşaverî'nin ismi ölümünden sonra adeta unutulmuştur. Kaybolmaya yüz tutan ve hemen hemen tüm mezarların tahrip olduğu İstanbul Maçka mezarlığında Peşaverî'nin kabri de yapayalnızdır.
Peşaverî Ailesi
Peşaverli olması, Afganistan'da Büyükelçilik görevini ifa etmesi ve Milli Mücadele'ye hayatını adaması Abdurrahman Peşaverî'yi Türkiye- Afganistan-Pakistan kardeşliğinin müşahhas bir sembolü yapmaktadır. 26 yaşında varlıklı bir ailenin çocuğu iken sahip olduğu her şeyi satarak, zor duruma düşen Müslüman kardeşlerine yardım için İstanbul'a gelen ve bir daha dönmeyen, Çanakkale'de savaşıp üç kez yaralanan, verilen her görevi istisnasız yerine getiren, Anadolu Ajansı'nın ilk memuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ilk Büyükelçisi, Anadolu aşığı, kahraman vatan evladı Abdurrahman Peşaverî'nin mahzun hatırası yaklaşık 90 yıldır sahip çıkılmayı beklemektedir. Gönül ister ki Türkiye-Afganistan- Pakistan ilişkilerinde Peşaverî'ye atıf yapılsın, TBMM ve Anadolu Ajansı bu ilk çalışanını hatırlasın ve sahip çıksın. Her şeyden öte, Maçka Mezarlığı'ndaki kabri onarılarak vefa borcumuz bir nebze de olsa ödenebilsin.
Courtesy: TimeTurk