12 Şubat 2019'da Ankara'da Keşmir Dayanışma Günü semineri sırasında ESAM Başkanı M. Recai KUTAN'ın konuşması

Selamlama…
Muhterem heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Pakistan İslam Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği ve ESAM Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen 5 Şubat Keşmir Dayanışma Günü toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Muhterem Misafirler,
İslam âleminin büyük bir bölümü şu anda tarihinin en kritik ve en badireli bir dönemini yaşamaktadır.  Çünkü birçok İslam ülkesinde zulüm var, kan ve gözyaşı var.
Bu ülkelerdeki Müslüman kardeşlerimiz, insanlık dışı vahşet ve katliamlarla karşı karşıyadır. Peki, bu zulüm kan ve gözyaşının sorumluları kimler?

İnsanlık tarihinde son 200 yıl, Batı Medeniyetinin dünyada egemen olduğu bir dönemdir.
Evet, bu dönemde yeryüzünü Batılı emperyalistler şekillendirdi, haritaları onlar çizdi, dolaylı veya doğrudan bu coğrafyadaki ülkelerin yönetici kadrolarının oluşumunda, batılılar belirleyici oldu. 
1920’li yıllara kadar, dünya coğrafyasının büyük bir bölümü, Batılılar tarafından işgal edildi. İşgaller esnasında acımasızca katliamlar, işkenceler, soykırımlar yapıldı. Bu yüzden, dünya halkının büyük bir çoğunluğu sefalet, yoksulluk, açlık ve ölümle burun buruna yaşamak zorunda bırakıldı. İşte Batı medeniyetinin gerçek yüzü budur.
Dünyanın insanlık utancı bu hale gelişinin sebebi “kaba kuvveti” ve “menfaati” hak sebebi sayan Batı medeniyetidir.
Tarihi gerçekler bizim medeniyetimiz ile Batı medeniyetinin arasındaki gerçekleri açıkça ortaya koymasına rağmen bir süre önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türklerin Ermeni soykırımı yaptığı iddiasını tekrar gündeme getirmiştir.
Şu tarihi olay İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin farklarını ne güzel açıklamaktadır.  
1566 yılında Osmanlı Sadrazamı olan Sokullu Mehmet Paşa, Fransız elçisini çağırıp, “Saint Barthelemy” katliamını sorar. 24 Ağustos 1572’de önce Paris’te başlayan bu katliamda iki gün içerisinde on binlerce Protestan, Katolikler tarafından katledilmişti. Sağ kalan Protestan soyluları da Katolikliği kabul etmişlerdi.
Sokullu Mehmet Paşa elçiye, “Bizim sancağımızın dalgalandığı uçsuz bucaksız yerlerde çeşitli dinlere bağlı, çeşitli ırklardan milletler yaşıyor. Hepsi de inandıkları gibi yaşarlar. İstanbul’da camilerin yanında kiliseler ve havralar vardır. Kimse kimseyi rahatsız edemez.” diyerek elçiyi azarlar.
20. asra kadar, bu batıl anlayışın öncü temsilcisi İngiltere idi. Çünkü üzerinde güneşin batmadığı iddiasında bulunan İngiliz imparatorluğu ve diğer emperyalist ülkeler nereleri işgal etmişse, o bölgelere huzursuzluğu, çatışmaları da yerleştirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar farklı etnik grupları, farklı din ve mezheplerden insanları asırlar boyunca bir arada tutup, barış ve huzur içinde yöneten “Bizim Medeniyetimiz” ise İngiltere’nin öncülüğünde, emperyalist ülkelerin hedefi idi.
Batı medeniyetinin karşısındaki, temeli İslam inancı olan bizim medeniyetimizde üstün olan güç sahibi değil, zayıf da olsa Hakka bağlı olandır.
Bu yanlış Hak anlayışı ile İngiltere,  Hindistan’a sözüm ona bağımsızlık vererek ayrılırken o bölgeye de çatışma ve huzursuzluk tohumlarını ekmiş ve Hindistan-Pakistan arasında "Keşmir"  ihtilafını doğurmuştur.

Değerli Misafirler,
İslam âleminin uzun yıllardan beri kanayan yaralarından biri olan Keşmir'deki vahşet ve zulümler, her yıl 5 Şubat günü bütün dünyada anılmaktadır.  Bu noktada sözlerime devam etmeden önce geçen yıl Aralık ayında kaybettiğimiz Keşmir davasına ömrünü adayan Prof. Dr. Oya Akgönenç Mughisuddin’i rahmetle ve minnetle anıyoruz. 

Kısaca bilgi vermek gerekirse, Keşmir; Hindistan, Pakistan ve Çin sınırlarında bir dağlık bölgedir. Himalayaların batı ucunun güneyindeki vadi bu adla anılmıştır. 1947’de Britanya’nın sömürgesinden bağımsızlığı kazandığında nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan ibaret olduğundan Pakistan, Keşmir Emirliği’ne ait bu bölgeyi kendisine talep etmiştir.
Keşmir’in büyük çoğunluğunun Müslüman olmasına ve coğrafi konumu itibariyle Pakistan’a yakın bulunmasına rağmen bir Hindu olan Keşmir Emiri Maharaja Hari Singh, Ekim 1947’de Keşmir’i Hindistan’a ilhak ettirerek kendisi de Delhi’ye sığındı. Bunun üzerine 27 Ekim 1947’de Hint güçleri Keşmir’e girdi. Pakistan ve Hindistan arasında arkası kesilmeyen bir savaş başlamış oldu.
O dönemdeki nüfus kayıtları, Keşmir’in 4 milyonluk nüfusun 3 milyonu Müslümanların, 809 bini de Hinduların oluşturduğuna yer veriyor. 

Bu karar Keşmir halkının yoğun itirazlarına ve tepkilerine yol açmış, Hindistan’ın bölgeye asker sevk etmesi üzerine gelişmeler Pakistan ile Hindistan arasında bir savaşa dönüşmüştür. İhtilaflar ve çatışmalar da hala sürmektedir.
Günümüzde Hindistan, Afganistan, Pakistan ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırdaşı olan Keşmir bölgesi bugün fiilen 4 parçaya ayrılmış durumdadır. Kuzeydeki kısmı Pakistan tarafından kontrol edilirken, batısında sadece Pakistan’ın tanıdığı Azad-Keşmir İslam Cumhuriyeti yer alıyor. Güneyde Hindistan tarafından kontrol edilen Cammu-Keşmir bölgesi bulunuyor. Doğu’da ise Çin’in 1962’de ele geçirdiği Aksa-i Çin bölgesi yer alıyor.
21 Nisan 1948 tarihli 47 no’lu Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi kararında “Keşmir halkının geleceğinin Keşmir halkı tarafından belirlenmesi” gerektiği açıkça ifade edilmesine rağmen Keşmir sorunu uluslararası bir sorun olarak günümüze kadar gelmiştir ve zulüm devam etmektedir.
Bu tarihi mücadele sırasında, Keşmir’in cesur ve kararlı insanları eşi olmayan ve tahayyül edilemeyecek fedakârlıklarda bulunmuştur.
Bugüne kadar 100 binden fazla kardeşimiz bu uğurda hayatını kaybetmiş, 10 binden fazla kişi kayıp durumdadır ve kayıpların hayatta olup olmadıklarına dair bir bilgi de bulunmamaktadır.
10 binlerce kadınımız insan onuruna yakışmayan muamelelere maruz kalmış, binden fazla kardeşimiz misket bombalarının hedefi olmuş ve bu yüzden görme yetilerini kaybetmiştir.
Keşmir meselesi sadece Hindistan’ın veya Pakistan’ın meselesi değil, inancımız gereği ümmetin meselesidir.

Milli Görüş partileri ve ESAM’ın Keşmir ilgisi;

2-3 Aralık 2018 tarihlerinde gerçekleştirmiş olduğumuz Müslüman Topluluklar Birliği toplantısına katılan ve ardından 5 Aralık 2018 Çarşamba günü, ESAM Çarşamba Konferansı’nda konuşan Dünya Keşmir Konseyi Başkanı Prof. Dr. Ghulam Nabi Fai şunları ifade etti:
“Özellikle Saadet Partisi ve ESAM yıllar boyunca Keşmir davasını gündemde tuttukları ve vermiş oldukları tüm destekler için teşekkür ediyorum. 
1991 yılında, bundan tam 27 yıl önce, Washington’da Uluslararası Keşmir Barış Konferansları başlatmıştık. O konferansların ilk katılımcılarından biri de Sayın Recai Kutan olmuştu. Toplamda 600’den fazla kişinin katılmış olduğu o konferanslarda bir sonuç bildirgesi yayınladı. Sonuç bildirgesinde Recai Kutan’ın da imzası vardı.
O deklarasyonda çok basit bir şey talep ediyorduk. BM o dönemde Keşmir halkının kendi kaderini tayin etme hakkının bulunduğunu kabul etmişti. Bizim tek talebimiz bu kararın uygulanmasıydı.

1995 yılında Pakistan Cemaati İslami Partisi Genel Başkanı Hurşit Ahmed tarafından Amerika’ya gönderilen 7 kişilik heyete, Türkiye’den de Erbakan hocamızın görevlendirdiği Abdullah Gül vardı. Heyet gündemi 3 maddeden oluşuyordu.
İslamafobia, Filistin, Keşmir…”

Değerli Misafirler,
8 Ekim 2005 günü kardeş Pakistan’da, son yıllarda emsali görülmemiş 7,6 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Pakistan’ın kuzeyindeki Azad Keşmir adeta harabeye döndü. Resmi açıklamalara göre 87,350 Müslüman kardeşimiz hayatını kaybetti. Yüz binlerce de yaralı vardı. Hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet dileriz.
Uzun yıllardan beri Hindistan’la ciddi sorunları olan bu fakir Keşmir, depremle daha da büyük sıkıntıların içine düşmüştü. O dönemde Saadet Partisi Genel Başkanı olarak görev yapıyor idim. Kardeşlerimizin bu acılarını paylaşmak, ihtiyaçlarını mahallinde tespit edebilmek için, Pakistan’a gitme kararı aldık.
O zamanki Genel Başkan Yardımcımız Temel KARAMOLLAOĞLU, Cansuyu Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Mustafa KÖYLÜ ve Prof. Dr. Sacit GÜNBEY, gazete ve televizyondan muhabirlerle 8 kişi yola çıktık.
İlk gün Lahor’da, yakın işbirliği içerisinde olduğumuz Pakistanlı Hizmet Vakfı yöneticileriyle görüşüldü. Deprem ve deprem çalışmaları hakkında detaylı bilgiler alındı.
Aynı gün Pakistan Başbakanı Sayın Şevket Aziz ile İslamabat’ta yaklaşık 1,5 saatlik bir görüşmemiz oldu. Şevket Aziz özellikle Türkiye’de devletten ve çok sayıda sivil toplum örgütlerinden, hatta şahıslardan gelen yardımlardan Pakistan halkının duyduğu şükran ve minnet duygularını ifade etti.
Deprem bölgesinde ilk göze çarpan husus çoğunlukla çadır kentlerin Avrupa Milli Görüş Teşkilatları ve Türk Kızılay, Türkiye IHH, Cansuyu Derneklerinden oluşu ve bir kısmının sahra hastane veya dispanserleri ve aşevleri olarak depremzedelere geceli gündüzlü hizmet vermeleri idi.

Ankara ve İstanbul Büyük Şehir Belediyeleri tarafından kurulan fırınlar, halkın ekmek ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamaktaydı.
Sadece vakıf ve dernekler aracılığı ile değil, halkımızda battaniye, çadır, yiyecek, giyecek yardımında bulunmaktaydı. 
Ziyaretlerimiz sırasında yaşlı bir Türk vatandaşı yanıma geldi. Ne yapıyorsunuz diye sordum. 250 çadır getirdik ve kurduk dedi. Hangi vakıf ve dernek adına geldiniz dediğimde, “Biz İstanbul’da Sütlüce Mahallesindeyiz. Müslüman kardeşlerimizin uğradığı bu felaket karşısında mahalleli olarak toplandık. Herkes imkânını ortaya koydu 250 çadır satın aldık, buraya getirdik. Gördük ki dağ yamacındaki köylerde evleri yıkılanlar yerlerini terk etmek istemiyorlar. Yıkılan evlerin yanına çadırlarını kurduk ve onlara teslim ettik. Kısmetse bugün Türkiye’ ye döneceğiz’’ diye cevapladı.

ÇÖZÜM
Emperyalistler sadece kuvvetten anlar ve çekinirler.
15 Haziran 1997’de imzalanan D-8 anlaşmasının ortaya koyduğu prensipler ve hedefler insanlık âleminin barış, diyalog, işbirliği, adalet, eşitlik ve özgürlük özlemine cevap vermek için atılmış önemli ve somut bir adımdır.

Asıl olan hak ile batılın mücadelesidir. Her dönemi dünyayı felakete sürükleyen Nemrut’lar oldu ama hamdolsun ki İbrahimler de vardı. Önemli olan hangi safta olduğumuzdur.
Çözüm Müslüman toplulukların temsilcilerinin bir araya gelerek birlikte yeni adil bir dünya düzeninikurmalarıdır.
Gün kendi inancımız ve değer ölçülerimizin etrafında toplanarak insanlığın tek kurtuluş reçetesi olan kendi medeniyetimizi ihya etmektir.
Keşmir’e ve bütün İslam ve insanlık alemine barış, huzur, adalet dualarımla…

No comments:

Post a Comment