Pakistan-Hindistan alt
kıtasının kuzey batısında Himalaya Dağları üzerinde Keşmir adıyla anılan vadi,
yüzyıllardır medeni dünyaya karşı bir dava yürütmekte ve adalet talep
etmektedir. Fakat ne Doğunun, ne Batının umurundadır bu durum. Ne İslam alemi,
ne de her zaman “insan hakları”nın ayaklar altına alındığından dem vuran
dünyanın öteki devletleri, burunlarının ucunda vahşice oynanan bu insafsızlık
ve haksızlık oyunu karşısında tepki göstermekte, Keşmir halkına destek
vermektedir. Keşmir’in güzellikleri ve özellikle üzerinde yer aldığı
coğrafyanın ona kazandırdığı stratejik getiriler halkının karşısına hep götürü
şeklinde çıkmış, her dönemde Keşmirliler hep haksızlığa uğrayan ve kaybeden
tarafta yer almıştır. Bölgeyle ilgili ilk bilgiler mitolojik dönemlere kadar
gitmekte olup, takib eden dönemlerde bölge çeşitli kavimlerin istilasına
uğramış, ancak en büyük yıkım Moğollardan gelmiştir. Keşmir’i yakıp yıkan ve
halkını katleden Moğolların bölgeden ayrılışının ardından İslâm dini bölgede
hızla yayılmış, gerek bölgede kurulan Müslüman devletleri gerekse bölgeyi daha
sonraki yüzyıllarda ele geçiren Babürlüler zamanında geniş çaplı ilerlemeler
kaydedilmiş, bölge göreceli bir refah seviyesine ulaşmıştır. Babürlülerin çöküş
dönemine girmesi Keşmirliler için günümüze kadar sürecek meş’um bir sürecin
başlangıcının habercisidir. Afganistan Devleti'nin kurucusu Ahmed Şah
Abdâli'nin Patipat'ta Babürlüleri yenilgiye uğratmasının ardından Keşmir
Afganlar'ın yönetimine geçmiştir. Afganlar, bölgede sert ve zorba bir yönetim
kurmuşlardır kurmasına, ancak 1819'da Afganlar'ı yenerek bölgeye gelen Pencablı
Sikhler, Keşmir'in üzerine bir kabus gibi çökmüştür. O günlerde ağır vergiler
ve akla hayale gelmez zorbalıklar altında ezilen Keşmirliler Müslüman 'ın
"bir hayvan kadar" dahi değeri bulunmadığı -bir Keşmirli Müslüman'ı
öldürmenin cezası sadece birkaç rupi olduğu- bir dönem yaşamıştır. Ekonomik sömürü had safhaya ulaşmış ve dinî
özgürlükler ortadan kalkmıştır. Cemâatle namaz kılınmasına izin verilmemiştir.
Nisbeten kısa süren bu kabus
dönemini, Sikhler'i yenen İngilizler'in Keşmir'i 16 Mart 1846'da 7.500.000
rupiye, halkıyla birlikte, Cammulu mutaassıp bir Hindu'ya, Maharaca Gulam
Singh’e, satmasıyla başlayan daha uzun
bir kabus dönemi izlemiştir. Dönemin nüfusu göz önüne alındığında bir Keşmirli
7 rupiye satılmıştır. Gulam Singh iktidarı ele geçirir geçirmez Müslümanlar
üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya koyuldu. Kısa bir süre içinde
Keşmir halkı değer verilmeyen hamal ve işçilerden farksız bir konuma sokuldu.
Siyasî ve sosyal sömürü Müslümanların yaşamını çekilmez bir hâle getirmiş,
zalimce alınan vergiler kanlarının son
damlasını dahi tüketmişti. Akla hayale gelmeyecek türden haksız vergiler
konulmuştu; pencereler için vergi, evdeki ocaklar için vergi, eş için,
havyanlar için, her tür meslek için, hatta baca yapılması için bile vergi
vardı. Ayrıca Müslüman gençlerin Hindu askerlerinin ağır baskısı altında
köleler gibi çalışmak zorunda bırakıldıkları zorunlu işçilik uygulaması vardı.
Toplum bütün haklardan mahrum
bırakılmıştı. Üstelik şikayet etmeye dahi hakları yoktu. Bir Müslüman bölgeden
geçen bir gezgine içinde bulunduğu kötü durumu anlatsa, kendini cezaevinde
bulurdu. Bu duruma İngiliz hükümeti de müdahalede bulunmuyordu. Çünkü Pencap’ta
Sihler’in gücünü kıran ve 1857’de Sipahî Ayaklanması sırasında askerlerini
göndererek İngilizler’e hizmet eden Gulâb Singh idi. Bu da İngilizler’in
Keşmir’de yapılan tüm zulüm ve baskılara göz yumması sonucunu doğuruyordu.Bu dönemde yaşamların tüm safhalarında dışlanmışlığı, itilmişliği
ve baskıyı şiddetle hisseden Keşmirli Müslümanlar, belki de yüzyıllardır
süregelen ezilmişliğin meydana getirdiği bir tür içgüdüyle, yapılanlara karşı
koymamış ya da koyma gücünü kendinde bulamamıştır.
XX. yüzyılın başları, eski dünya düzeninde
değişme emarelerinin görüldüğü yıllardır. Tüm dünyada olduğu gibi, dönemin
süper gücü, Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk Britanya’nın sömürgelerindeki
halklar arasında sosyal ve siyasî hayatta kıpırdanmalar gerçekleşmektedir.
Özellikle artan sayıdaki modern eğitim almış gençler, yeni arayışlara ve içinde
bulundukları esarete tepki duymaya ve tepkilerini çeşitli yöntemlerle
göstermeye başlamışlardır. Bu tepkilerin en hararetli biçimde kendini
gösterdiği yer ise Hindistan’dır. Yavaş yavaş başka bir ülkenin sömürgesi
kalamayacaklarını hisseden Hindistan düşünür ve siyaset adamları -tabiî ki buna
o günlerde Pakistanlılar da dahildir- teşkilatlanarak bu düşüncelerini yaymaya
başlamışlardır. Tarihinin hiçbir döneminde doğrudan Hindistan’ın bir parçası olmamakla
birlikte Keşmirliler’in komşuları Hindistan’da yaşananlardan bigâne kalması
mümkün değildir ve özellikle ‘özgürlük ve kendi geleceğini tayin etme’ gibi
düşünceler orada eğitim almış gençler aracılığıyla Keşmir’e gelmeye başlar. Hindistan’da eğitim
alarak geri dönen Keşmirli genç Müslümanlar, hürriyet düşüncesini bölgeye
taşımışlardır. 1931’de peşpeşe gelen iki olay, Müslümanların ayaklanmasıyla
sonuçlanmıştır. Bu olayların ilki, Kurân-ı Kerim’e yapılan ve tüm bölge halkını
protestoya yönelten saygısızlık; diğeri, 13 Temmuz 1931’de Srinagar’da Keşmirli
bir genç olan Abdulkadir’in ayaklanma çıkarmaya teşvik davasının kapalı bir
odada değil, kamuoyuna açık bir şekilde yapılmasını barışçı bir şekilde talep
eden kalabalığın üzerine polisin ateş açmasıydı. Bu üzücü olayda 22 Müslüman
şehid olmuş ve yüzlercesi yaralanmıştı. Olay üzerine şehirde sıkı yönetim ilân
edilmiş, tüm gün silahsız Müslümanlar üzerine körü körüne ateş açılmış,
evlerinden çıkarılarak acımasızca cezalandırılmış, malları yağmalanmış, genç
kadınların namuslarına el uzatılmış ve tüm ileri gelen Müslüman önderler
tutuklanmıştı. Keşmir’de çıkan bu ayaklanma her ne kadar Maharaca’nın güç
kullanmasıyla kontrol altına alındıysa da, Keşmir Müslümanlarının zihinlerinde
kendi hakları için kurban verme bilincini canlandırmıştır ve bugün de bu kurban
verme silsilesi sürmektedir.
14-15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan
bağımsızlıklarını kazanır. 1947
öncesinde Cammu ve Keşmir, Britanya hükümetenin denetimindeki 560 yerel
devletten biriydi. Britanya hükümeti Hindistan’a bağımsızlığını verme kararı
alınca yerel Hint devletleriyle ilgili olarak; yerel devletlerin Hindistan veya
Pakistan’dan birine iltihak edebileceklerini, fakat bu karar alınırken halkın
istek ve devletin coğrafî konumunu göz önünde bulundurmaları gerektiği, kararı
verilmişti. Yani iltihak kararı alınırken genel olarak coğrafî konum, halkın
dinî eğilimleri, çıkarları v.s. etkenler üzerinde durulacak hususlardı.
Coğrafî açıdan bakıldığında
Keşmir’in Pakistan ile ortak sınırı 1.174 kilometre, Hindistan’la ise 510
kilometredir ve Hindistan ile arasındaki sınırın ancak 48 kilometresi yolculuk
yapmaya uygun olup geri kalan sınırını ise dünyanın en uzun ve geçit vermeyen
dağ silsilesi teşkil etmektedir. Hindistan’ın bölünmesinden önce Keşmir’in tüm
bağlantıları Pakistan ile ortaktı ve Keşmir’in tüm ırmakları Pakistan
topraklarına akmaktaydı ve bu hâlen de böyledir. Diğer önemli nokta, din
konusudur; o günlerde Keşmir nüfusunun %80’i Müslümanlardan müteşekkildi.
Dolayısıyla 14 Ağustos 1947’de alt kıta üzerinde özgürlük güneşi parladığında,
Cammu ve Keşmir’de Pakistan’ın kuruluşu kutlamaları yapılıp Pakistan bayrağı
dalgalandırılarak önünde selam duruşunda bulunuldu. Bölgenin tüm büyük
şehirlerinde Pakistan’a iltihak lehinde toplantılar ve yürüyüşler yapıldı.
Oysa o sırada Cammu ve Keşmir
Maharacası tâ başından itibaren başka bir oyunun peşindeydi. Bir yandan
Hindistan yönetimi ve İngilizler ile işbirliği içine girmişken, öte yandan
Pakistan’ı aldatma ve halkı kandırmakla meşguldü. Bunun en önemli kanıtı,
doğrudan iltihak yerine, Pakistan’la geçici bir süre için İngilizlerle
arasındaki ilişkiler türünden ilişkilerin yürütülmesini sağlayan ve 15 Ağustos
1947’de imzalanan “mevcut durumu sürdürme” anlaşmasıydı. Pakistan, bunun nihaî
iltihak için ilk adım olduğunu düşünürken, Maharaca başka entrikalarla
uğraşmaktaydı.
Temmuz 1947’de Maharaca,
bölgedeki Müslüman tebasına tüm silahlarını hükümete teslim etme emrini vermiş,
ordu ve polis kuvvetlerinde bulunan bütün Müslümanlar Ağustos 1947’ye kadar silahsızlandırılmıştı.
Diğer taraftan Müslüman karşıtı aşırı Hindu örgütleriyle bağlantı kurulmuştu.
Cammu’yu üs hâline getiren bu örgütler devletin polis ve ordusunun yardımıyla
organize bir şekilde Müslümanlara saldırıya başladılar. Bu korkunç faaliyetler,
tüm Keşmir’de yürütülmekle beraber bu gurupların asıl hedefi; Ponçh, Mirpur ve
hemen hemen tüm Cammu eyaletiydi. Polis, yerel Hindular işbirliği içerisinde
Eylül 1947’de büyük boyutlu katliâmlara giriştiler. Binlerce Müslüman
öldürüldü, malları yağmalandı ve kadınlarının namuslarına el uzatıldı; kurtulan
Müslümanlar ise Pakistan’a doğru sürüldü.
Maharaca ile Hindistan ve
İngiliz siyasetçilerinin Keşmir üzerindeki emellerinin kötülüğü, bir manevrayla
Hindistan’ı Cammu ve Keşmir’e bağlayan Müslüman çoğunluğa sahip bir bölge olan
Gurdaspur’u Hindistan’a teslim etmesinden anlaşılabilir. Böylelikle Hindistan
için Keşmir’e giriş kapısı açılmıştı. Bu olay, Keşmir meselesinin ortaya
çıkışında İngiliz siyasetçileri son derece kötü bir rol üstlendiklerini
gösterdi.
Bölgede hızlı ve sistemli bir
biçimde Müslümanların öldürülmeleri diğer bölge Müslümanlarını harekete
geçirdi. Ekim 1947’de 1846’dan beri, yani yüz yıldır özgürlük mücadelesine
önderlik etmiş olan cesur Ponçh bölgesi
Müslümanları ayaklandı. Zâten daha önceden Maharaca’ya vergi vermeyi reddeden
bu insanlar, özgürlük için silaha sarıldılar. İsyan ateşi tutuşmuştu. Bu
haberler Pakistan’a ulaştığında tüm Pakistan’da üzüntü ve öfke dalgası yayıldı.
Sınır Eyaleti’ndeki kabile mensupları, Keşmirlilerin yardımına koştu. Tarihî
açıdan Keşmir ve Pakistan’ın kuzey bölgesi her zaman bir bütün teşkil etmiş ve
kuzey bölgesi halkı, her dönem ve merhalede Keşmirliler’in mücadelesine destek
olmuşlardı.
Böylelikle Keşmir’in özgürlük
mücahitleri giriştikleri operasyonlarla Keşmir’in büyük bir kısmını
Maharaca’nın pençesinden kurtarmıştı. 24 Ekim 1947’de Müslüman Konferansı’nın
himayesinde Özgür Cammu ve Keşmir Hükümeti kuruldu ve Serdar Muhammed İbrahim
ilk cumhurbaşkanı oldu. 51 kilometre karelik bir alanı kapsayan bu kurtarılmış
bölgeye Âzâd Keşmir (Özgür Keşmir), Gilgit ve Baltistan denilmektedir. Tüm bu
bölge yaklaşık 70 yıldır Pakistan’ın
denetimi altında, Pakistan’ın fiili bir parçasını oluşturmaktadır. Geri kalan
kısım ise “İşgal Altındaki Keşmir”dir. Bu bölgede geçen 70yıldır Hindistan’ın
neler yaptığı incelenmesi gereken ayrı bir konudur.
Burada, yarım yüzyıldan fazla
zaman geçmesine rağmen bölgenin kaderini
bölge halkının istekleri ve görüşü doğrultusunda neden tayin edilmediği
kafaları kurcalayan bir soru işaretidir.
Bunun en basit tarzda yanıtı,
çözümü Hindistan’ın taassubu ve terörünün engellediğidir. Oysa birçok çözüm
olanağı mevcuttur. Halk oylaması yapılması ile ilgili Birleşmiş Milletler
kararları mevcuttur, ancak böyle bir çözüme gidilmemektedir. Çünkü Hindistan, halk
oylamasının sonucunu bilmekte ve nüfusun oranının kendi lehinde değişmesini
beklemektedir. Yoksa yüzbinlerce Keşmirlinin katliâmı ve zorla yerlerinden
edilmesinin ne anlamı olabilir?
2011 yılı verilerine göre 12
milyon civarındaki nüfusu ile Keşmir, aslında Pakistan için son derece hayati
bir öneme sahiptir. Pakistan'ın önemli sayılan beş nehrinin beşi de buradan
doğmaktadır. Bu arada doğal güzellikleri sayesinde de bu bölgenin önemli bir
turizm potansiyeline sahip olduğunu belirtmek gerekir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin 13 Ağustos 1948'de aldığı karar, her iki ülke tarafından kabul
edildi. Pakistan, Birleşmiş Milletler'in aldığı referanduma gidilmesi kararının
Hindistan tarafından uygulanmadığından şikayet etmektedir. Hindistan tarafı
ise, 20 Ağustos 1948'de kabul ettiği "Pakistan askerinin ve ikinci bölümde
bahsedilen diğer unsurların çekilmesinden sonra Hindistan'ın kanun ve düzeni
temin amacıyla tutacakları yeterli miktar hariç, kendi kuvvetlerini çekmesi ve
referandumun bundan sonra yapılması..." kararına dayanarak Pakistan'ın
bugüne değin bölgedeki gücünü çekmediğini belirtmektedir. Yani Hindistan, halk
oylamasına gitmeyişini Pakistan'ın askerlerinin bölgeden çekilmesine
bağlamaktadır.
Hindistan ve Pakistan, bu sorun
yüzünden 1947, 1965 ve 1971'de savaşmış, her iki ülke de maddî ve manevî olarak
büyük kayıplar vermiştir. Hindistan özellikle son aylarda aslında kullanılması
yasak olan misket bomba kullanarak binlerce Keşmirli Müslümanı öldürmüş on
binlercesini kör etmiş, sakat bırakmıştır. Birleşmiş Milletlerin de tepksiz
kaldığı bu durum vicdanlarda hala kanayan bir yara olarak varlığını
sürdürmektedir.
No comments:
Post a Comment