Türkiye'deki Reform
Çalışmalarına İkbal'in Bakışı - Celal Soydan
İkbal
hayatı boyunca Türklerdeki yenilenme arayışlarını yakından izlemiştir. Zira
buhranlı bir dönem yaşayan ve büyük bir durağanlık içindeki İslam dünyasının
köklü bir reforma ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Müslüman ülkelerin hangisine
baktıysa bu yönde ümit verici bir gelişme görememiştir. Doğu’dan Mesaj (Peyam-i
Maşrik) eserinde İslam dünyasının fotoğrafını şöyle yansıtır:
Mısırlılar
Nil girdabına düşmüşler
Muazzam
fil Turanlıların himmet damarı gevşemiş.
Osmanlı
hadisatın pençesine düşmüş
Doğu
ve Batı onun kanıyla lalezara dönmüş.
Aşkta
Selman üslubu ve tarzı kalmadı
İran
toprağı mevcut ama İranlı kalmadı.
Hayatın
yanış ve yakışı uçup gitti
Gönlündeki
o eski ateş donup kaldı.
Hint
Müslümanı midesinin kulu olmuş
Kendini
satmış, gönlündeki dini koparıp atmış.
Müslüman'da
sevgililik şanı kalmadı
Halidlik,
Farukluk ve Eyyübilik kalmadı.
Arapların
durumu da vahimdir. Ancak Türkler her durumda mücadele azmini sürdürmektedir:
Mustafa
dininin namusunu satmaktadır Haşimî,
Dayanıklı
Türk, toprakta kan revan içindedir. (Hareket Zili)
İkbal
bu olumsuz gidişata dur demek için entelektüel birikimine dayanarak çeşitli fikirler
üretirken, bu yönde yapılan çalışmaları yakından takip etmektedir. İslam
dünyasında yüzyıllardır süregelen durağanlığın kırılması ve İslam Rönesans’ının
gerçekleştirilmesi gerektiğini savunmakta ve Türkiye’deki reform hareketlerini
bu yönde atılmış önemli bir adım olarak görmektedir.
Bu
bağlamda Türkiye ve Türkler İkbal'in dikkatle gözlemlediği uluslardan biri
olmuştur.
Zira yaşadığı buhranlı dönemde Türk ulusu onun yegâne ümit kaynağıydı. Asırlarca
İslam'ın sancaktarlığını yapmış olan Türk ulusunu, İslam ülkelerinin her
bakımdan geri kalmışlıkla boğuştuğu, çoğunun Batı sömürgesine maruz kaldığı
dönemde İslam’ı kurtaracak tek güç olarak görmekteydi. Ayrıca tarihinin hiçbir
döneminde esarete boyun eğmemiş olan Türk ulusu, o dönemde Batı emperyalizmiyle
mücadele etmesi gereken Müslüman uluslara en iyi ve canlı örnekti. Gerek
şiirleri ve nesir yazılarında olsun, gerekse diğer kaynaklarda olsun hepsinde
İkbal’in Türklere duyduğu yakın ilgi ve hayranlığın açık ifadeleri yer
almaktadır. Fikir ve görüşlerini hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek bir şekilde
ortaya koyduğu Konferanslarında Türklerden büyük bir bağlılık ve övgüyle
bahseder. Zaman zaman Türkiye’deki gelişmelerden endişeye kapıldığı ve eleştiri
mahiyetinde ifadeleri olmuşsa da bu, ‘kendi kafilesi’ saydığı Türk
ulusunun, daha iyi bir geleceğe kavuşması ve diğer Müslüman ulusların örnek
alabileceği bir toplum ve yönetim yapısına kavuşması temennisinden kaynaklanmaktaydı.
İkbal'in genç
Türkiye hakkında dile getirdiği görüşleri dikkatle incelediğimizde çoğu yerde
övgü ifadelerine rastlanmakla birlikte zaman zaman eleştirdiği de görülür. 1923
yılında yayımlanan Doğu'dan Haber adlı eserinde "Mustafa Kemal Paşa'ya
Sesleniş" başlıklı şiirinde, Türk ulusundan övgüyle bahsettikten sonra bu
ulusun daha ileri hedeflere koşması gerektiğini coşkun bir ifadeyle dile
getirir:
Bir millet var
ki biz onun varlığıyla ulaştık
İlahi kanunların
gizli gerçeklerine,
Bir bakışıyla yön
verdi bizlere dağları aştık
Dünya güneşi
olduk bir kıvılcım yerine…
Koş Mustafa
Kemal koş, atın çatlayana dek
Bizi tedbir mat
etti sana tedbir ne gerek.
Aynı şekilde
1923 yılında yazdığı "İslam'ın Doğuşu" başlıklı uzun manzumede
de Türkleri yere göğe sığdıramaz. Emperyalist Batılılarla kurtuluş savaşçısı
Türkleri şöyle karşılaştırır:
Kartal
ihtişamıyla saldıranlar kanatsız kaldılar,
Gece yıldızları
ise şafak kanına bulanıp çıktılar!
Denize defnoldu,
denizin dibinde yüzenler,
Dalgaların
tokadını yiyenler, inci olup çıktılar!
Yolların tozu
oldu kimyagerliği ile övünenler;
Yüzünü toprağa
sürenler ise kimyager çıktılar!
Ağır yürüyüşlü
habercimiz, hayat mesajı getirdi
Yıldırımlarla
haberleşenlerse, habersiz kaldılar!
Harem rüsva oldu, Harem şeyhinin çiğliğinden,
Türk gençleri ne de engin görüşlü çıktılar!
Göğün uçan
nurluları, yere diyorlardı ki:
Bu balçıklar
daha canlı, sağlam ve kalıcı çıktılar!
İman sahipleri
dünyada güneş misali yaşarlar;
Türkiye ve
Türklerle ilgili övgü dolu şiirlerinden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türk
ulusunun kahramanlıkları ve tarihteki misyonunu övgüyle şiirlerine konu eden
İkbal'in, yaşadığı dönemde Türklerin yenilenme arayışlarını çok daha yakından
takip ettiğini görüyoruz.
O sadece
yaşadığı dönemde Türkiye'deki yenilenme arayışlarını yakından takip etmekle
kalmamış cumhuriyet öncesindeki batılılaşma çabalarından da haberdardır. 3
Kasım 1839’daki Gülhane Hatt-ı Humayun Fermanıyla Batı medeniyetinin örnek
alınacağını ilan eden Osmanlı belgesiyle birlikte askeri, mülki ve medeni
bakımdan batının örnek alınması çalışmaları kesintisiz devam ettirilmiştir.
İkbal bu geçmişi de göz önünde bulundurarak Türklerdeki reform hareketlerini
analiz eder. İslam'da yenilenme hareketlerinin dini, felsefi ve sosyal
boyutlarını topluca incelediği "İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden
Yapılandırılması" adıyla yayımlanan konferanslar dizisi olan eserine
baktığımızda bunu açık bir şekilde görmekteyiz. 1929 yılında verdiği
konferansların altıncısı olan "İslam'da Hareket Prensibi"
başlıklı konferansta Türkiye'deki yenilenme hareketlerini tüm yönleriyle ele
alır ve bunların kültürel altyapısından haberdar bir şekilde derinlemesine
inceler. Şöyle der: "Türkiye'ye baktığımızda modern felsefi düşüncelerle
genişletilmiş ve güçlendirilmiş olan içtihat fikrinin Türk milletini dini ve
siyasi düşüncelerinde uzun zamanda beri etkin olduğunu görürüz. Bu durum Halim
Sabit'in modern sosyolojik kavramlar temeline dayanan yeni Muhammed Hukuku
teorisinden açıkça anlaşılmaktadır. Eğer İslam Rönesans'ı bir gerçek ise ki ben
gerçek olduğuna inanıyorum, bizim de mutlaka bir gün Türkler gibi entelektüel
mirasınızı yeni baştan değerlendirmemiz gerekecektir."[2]
Said
Halim Paşa, Seyyid Bey, Mehmet Akif gibi önder şahsiyetlerde görülen İslam
Rönesans'ını gerçekleştirme girişimini gerekli gören ve takdirle karşılayan
İkbal, bunun diğer İslam ülkelerine örnek olabileceği kanaatindedir.
Türk
toplumunda reformlar konusunda uzun süredir devam eden entelektüel düzeydeki
tartışmalara değindiği bölümde Türklerin büyük bir atılım gerçekleştirdiğini
ifade eder. Bu bağlamda sık sık şiirinden örnekler verdiği Ziya Gökalp'in kadın
erkek eşitliğini hararetli bir şekilde savunduğundan ve İslam aile hukukunun
onun zamanındaki anlaşılan ve uygulanan halinde radikal değişiklikler
yapılmasını gerekli gördüğünden bahseder:
Bir
kadın var ki ya annem, ya kardeşim, ya kızım,
Odur
bende en mukaddes duyguları yaşatan.
Bir
diğeri sevdiğim ki günüm, ayım, yıldızım,
Odur
bana hayattaki şiirleri anlatan.
Bu
mahlûklar nasıl hakir olur şer'in gözünde?
Bir
yanlışlık var mutlaka müfessirin sözünde!
Ziya
Gökalp'in yukarıdaki dörtlükle başlayan şiirinin tamamını eserine naklettikten
sonra İkbal şöyle devam eder: "Gerçek şu ki, bugünkü Müslüman uluslar
arasında bir tek Türkiye dogmatik uykusunu silmiş ve öz bilincine
ermiştir. Bir tek o fikir özgürlüğü hakkını iddia etmiş, bir tek o hayali
olandan gerçek olana geçmiştir ve bu geçiş çok keskin entelektüel ve ahlakî
savaş isteyen bir süreçtir. Hareketli ve durmadan kapsam kazanan hayatın
karmaşıklıkları bu ülkeyi zorunlu olarak yeni görüşlerle karşılaştırmakta ve bu
görüşler manevi genişleme denilen şeyin zevkine henüz varamamış bir halka göre
sadece akademik değeri olan bir takım ilkelerin yeni baştan yorumlanmasını
gerekli kılmaktadır… Bugün birçok Müslüman ülke… mekanik bir tarzda eski
değerleri tekrarlayıp dururken Türkler yeni değerler yaratma yolundadır. Onlar derin
benliklerini kendilerine keşfettiren büyük deneyimlerden geçmektedirler. Türk toplumunda oluşan değişim ve ilerleme hareketi
yeni istekleri doğurmaktadır. Bunlardan yeni sorunlar doğmakta onların çözümü
için yeni önlemler ve yorumlar ortaya çıkmaktadır. Bugün Türklerin yüzleştiği
İslam Hukukunda gelişme potansiyeli var mıdır sorusu, yakın gelecekte diğer
İslam ülkelerinin de karşısına çıkacaktır. Bu büyük bir entelektüel uğraş
gerektiren bir sorudur."[3]
Özellikle
nesir yazılarında dile getirdiği bu ve benzer ifadelerine baktığımızda İslam'ın
ruhuna uygun bulduğu her türlü reform hareketine tam destek verdiğini
görmekteyiz. Sadece destek vermekle kalmaz Türkiye'deki yenilenme hareketinin
sosyolojik, felsefi ve İslami dayanaklarını analiz edip açıklar ve bu tür
reformların diğer İslam ülkelerine örnek oluşturması beklentisini dile getirir.
Zira İkbal, İslam dünyasında yüzyıllardır süregelen durağanlığın kırılması
gereğine inanmaktadır. "Bilim ve Dinî Deneyim" başlıklı
konferansında şu ifadeleri kullanır: "Çağımızın en dikkat çekici olgusu,
İslam dünyasının manevi bakımdan büyük bir süratle Batı'ya yönelmesidir. Bu
akımda sakıncalı bir yön yoktur zira entelektüel yönüyle Avrupa kültürü aslında
İslam kültürünün çok önemli bazı yönlerinin gelişmiş bir şeklidir. Ancak tek
endişemiz o kültürün parlak dış görünümünün bu akımda ön plana çıkması ve onun
asıl özüne kadar ulaşmamıza engel olmasıdır."[4]
Modernleşme
yolundaki Türkiye ile ilgili bazı durumlarda hoşnutsuzluğunu dile getirdiği
ifadelere de rastladığımızı belirtmiştik. Yukarıda verdiğimiz alıntıdan yola
çıkarak bu hoşnutsuzluğun sebebi kendiliğinden anlaşılmaktadır. Zira İkbal,
muasır medeniyet yolunda taşıdığı tek endişeyi Batı kültürünün parlak dış
görünümüne kapılmak olarak belirtir. Ancak, Avrupa kültürünü İslam kültürünün
çok önemli bazı yönlerinin gelişmiş bir şekli olarak gören İkbal, batı
medeniyetinden çekinmemek gerektiğini de vurgular. "Müslümanlara ilim Çin'de
de olsa elde etmeleri emredilmiştir. Bu durumda faydalı bir şey Batı
edebiyatında var ise ondan yararlanmamak aşırı tutuculuk olur."[5]
diyen İkbal, Batı kültüründe uzak durulması gereken yönlerin var olduğunu
sebepleriyle birlikte açıklar.
Bir
zamanlar İslam dünyasından ilham alan Batı medeniyetinin, manevi değerlerden
uzaklaşması ve emperyalist emellerinden dolayı sonunun geleceğine inanmaktadır.
Ey Batılılar!
Allah’ın mülkü dükkân değildir!
Senin som
sandığın şey, sonunda kalp sikke çıkacak.
Senin
medeniyetin kendi hançeriyle intihar edecek
İkbal aslında
çöküşe doğru giden bir medeniyete imrenilmesine ve yabancı bir kültürün körü körüne
taklit edilmesine karşıdır. Herhangi bir ulusun kendi öz değerlerinden
beslenerek yarattığı yeni değerlere karşı değildir bilakis desteklemekte ve
teşvik etmektedir. Konferanslarında da sıkça vurguladığı gibi Türk ulusu yeni
değerler yaratma uğraşındadır ve ona göre bu uğraş bir gün bütün İslam
ülkelerinin de karşısına çıkacaktır. Zira İkbal'in fikir
hayatına bakıldığında onun ana hedefinin kendi moral değerlerini zedelemeden
İslam'ın tinselliğini, Batı'nın dinamizmi ve canlılığıyla doldurarak İslami
düşünce değerlerini modern çağın gelişmeleri doğrultusunda dönüştürme çabası
olduğu görülür. İslam'da oluşan statik düşünce yapısının, çağdaş bilimler
temeline dayalı olarak dinamik bir anlayış doğrultusunda yenilenmesi
gerektiğini şiddetle savunmaktadır.
[1] İkbal, Hareket
Zili, (Çev. Celal Soydan) Hece Yay., Ankara 2013, s. 312.
[2] İkbal,
İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Yapılandırılması, (Çev. Celal Soydan) Hece
Yay., Ankara 2013, s. 151
[3] İkbal,
İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Yapılandırılması, (Çev. Celal Soydan) Hece
Yay., Ankara 2013, s. 159.
[4] İkbal, a.g.e.,
s. 18.
[5] İkbal,
Makaleler, (Çev. Celal Soydan) Hece Yay., Ankara 2015, s. 120.
[6] İkbal, Hareket
Zili, (Çev. Celal Soydan) Hece Yay., Ankara 2013, s. 169.
No comments:
Post a Comment